22 Kasım 2014 01:00

Yeni Türkiye ulusu Amerika'yı keşfediyor

Yeni Türkiye ulusu Amerika'yı keşfediyor

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bu köşede daha evvel (2 Ağustos 2014) AKP’nin müzmin köksüzlüğünü tartışmış ve bu köksüzlüğü ikame etmek için peydahladığı Kemalizm, Osmanlıcılık, İttihatçılık, 12 Eylül, 28 Şubat esintili “ortaya karışık” ideolojisinden bahsetmiştik. Bu ideolojik çorbanın şimdiye kadar zaman zaman ve belli belirsiz gündeme gelen tarihsel uzantısının, Yeni Türkiye takıntısının şahikasına ermesiyle beraber konuşulur olacağı kesindi. Bunun üstüne kaç ak sarayın maliyeti, kaç odası olduğu ve o parayla başka neler yapılabileceği tartışması kesilmeyip, dış basında “büyüklük hezeyanları” temalı hicive de konu olunca, tam yerine rast geldi, Müslüman denizciler Küba’ya camiyi dikiverdi!

NEOKEMALİST AKP

2010 Anayasa Referandumu’ndan beri, ama özellikle de Gezi’den bu yana, Türkiye’de acayip bir durum yaşıyoruz. Erdoğan’ın şahsında cisimleşen AKP rejimi, var olan ulusun içinde kendisinden olmayanları bir şekilde ayıkladığı yeni bir ulus inşa ediyor. Buna “paralel ulus” desek herhalde “paralel” takıntılarından dolayı küplere binerler ama başka bir tabiri de yok sanıyoruz. Rejim, daha evvel Roboskî Katliamı, Lice Katliamı ve sonrasında özellikle Kürt coğrafyasına 1990’ları geri getirmişti. Şimdi ise inşa ettiği gecekondu ulusla bir 1930’lar nostaljisi yaşatıyor. AKP’nin “Yeni Türkiye”sine layık gördüğü ulusun inşa süreci, ideolojisi sağdan soldan apartılmış bu rejimin içindeki Kemalizm tandanslarını iyice faş ediyor. Neokemalist AKP rejimi de tıpkı paleokemalistler gibi ulusu inşa ederken, işe aşil topuğundan, yani ulusun bireysel ve kolektif kendine güvensizliklerinden başladı. En az Yeni Türkiye’nin ideolojisi kadar köksüz olan Kemalist ideoloji de çatısındaki kitleleri bir ulusa dönüştürmek için gravyer peynirini andıran gedikli anlatısını sıvamak için iyimser tabirle “yaratıcı”, daha gerçekçi tabirle ise “akıllara seza” bir dil-tarih operasyonuna girişmiş, Güneş Dil Teorisi ve Türk Tarih Tezi isimli iki saçmalık bu şekilde imal edilmişti. Bu imalatın temel nedeni, Türkiye’yi modern dünyaya entegre ederken, yeni ulusun içine düşmesi muhtemel öz güven yoksunluğunu telafi etmekti. Tüm diller Türkçeden, tüm kavimler Türk’ten türemiş olursa yeni ulusun bireylerinin kendilerini Avrupa karşısında dışlanmış ya da aşağı görmesi için bir neden olmazdı. Eğer bu teorilere dış dünyadan inanan çıksaydı, tabii kaymaklı ekmek kadayıfı olurdu ama haliyle pek itibar eden olmadı. Yine de bugün Türkiye’de insanlara ilkokuldan itibaren belletilen rövanşist, şoven, kendine aşırı güvenli tarih anlatısının köklerini buradan aldığını sezmek zor değil. Zaten o yıllarda üretilen ve Atlas Okyanusu’nun göbeğine bile Türk kavimlerinin göçtüğünü iddia eden uçuk göç haritalarını hâlâ okullarda bulmak mümkün.
Yeni Türkiye’nin kurucusu Recep Tayyip Erdoğan’ın öncülük ettiği tarih anlatısı, çok basit bir şekilde Kemalist tarih anlayışının öznesini ümmetle değiştiriyor, mantığını ise aynen zimmetine geçiriyor. Müslümanların Amerika kıtasını keşfedip Küba’ya cami diktiği iddiası Kolomb’un hatıratının İngilizceden yanlış anlaşılması sonucu ortaya çıkmış gibi gözüküyor (Biliyorsunuz bu konuda İslamcıların, rejimin resmi gazetesi Yeni Şafak’ın uyduruk Noam Chomsky röportajından beri haklı bir ünü var). Bu tercüme hatası, kaçınılmaz olarak, alay konusu olunca rejimin az buçuk okumuş yazmışları fazla mesaiye kalıp Fuad Sezgin’in dingildeyen bir temele oturttuğu iddiaları bulup çıkardılar. Tayyip Erdoğan’ın orijinal sözlerine bakınca, Sezgin’e değil danışmanlarının İngilizceden yanlış çevirdiği Kolomb hatıratına gönderme yaptığı net olarak anlaşılıyor. Ama zaten asıl mevzu bu değil. Önemli olan Müslümanların Amerika’ya gitmesinin ne işe yaradığı.

KÜLTÜREL HEZİMETİN RÖVANŞI

Gezi’den beri defaatle söylüyorum, bir kere daha söylemekte mahsur yok, kültürel alan bu rejimin tam bir hegemonya kurmasının önünde son engeli teşkil ediyor. On iki yılda ekonomik alanı tamamen kaplayan, sosyal ağları da hızlı bir kadrolaşma ve eş-dost kapitalizmiyle tekeline alan AKP rejimi, iş kültürel hegemonyaya gelince duvara çarpıyor. Zira böyle bir başatlığı sağlayabilecek kültür ürünlerini ortaya koyacak insan kaynağına sahip değil. Gezi, rejim ile ulustan dışlamaya çalıştıkları arasındaki çatışmanın kültürel cephesinin açıldığı kırılma noktası oldu. Özellikle Taksim’in devlete kapatıldığı iki hafta boyunca, AKP kelimenin tam manasıyla bir kültürel hezimete uğradı. Dışladığı kültürel sermaye sahiplerinin tüm varı yoğu bir anda üstüne boca oldu. Yıllarca sırtını dayadığı dış dünya desteği de bu süreçte kendisine döndü. Kendini düştüğü gülünç durumdan çıkarmak için ana akım medyada ve yandaş medyada kiraladığı gazetecilere uydurttuğu Kabataş yalanını ortaya atmak gibi acıklı hamlelere girişti. AKP, polis şiddeti eliyle kendini toparlayıp sokak muhalefetini bastırsa da bu yenilginin uykuları kaçırdığı çok açık. Yoksa bu krizden güçlü çıkıp iki seçim kazanan bir hareketin, durup durup Topçu Kışlası ya da “Berkin teröristti” diye sayıklamasının başka bir açıklaması yok.
AKP, Gezi sürecinde uğradığı kültürel hezimetin panzehiri olarak yeni bir kültür alanı yaratmayı görüyor. Yenildiği her şeyi yok sayan ve yerine yalan yanlış da olsa bulduğunu dolduran bir inşa süreci bu. Kemalistlerin Osmanlı’yı reddiyesi gibi AKP rejimi de kendisinin dahil olmadığı bir kültürü reddediyor. Ama yaşanan özgüvensizlik “yok ol” demekle yok olmuyor tabii. Yeni Türkiye’nin kültürel alanda da “seçilmiş zaferler”e ihtiyacı var. Lakin hem dünyada, hem de Türkiye’nin kendisi dışındaki kısmında alaya alınan bir yapının elinde böyle bir şey yok. Binaya, köprüye, havaalanına taparak bu ezikliğin bir kısmı giderilse de, uzun vadede bunun çarkları döndürmesi imkansız. Her ulusçu tarih anlatısı gibi Yeni Türkiye tarihinin de ezeli-ebedi olmaya ihtiyacı var. Burada devreye “ecdadımız” giriyor. Bu ecdat yeri geldi mi Osmanlı, yeri geldi mi İslam dünyası (Teki yetmiyor zira, ikisi yetiyor mu o da tartışılır). Bunların da yetişmediği yerde doğu-batı ve kültür çatışması argümanlarına sarılıp kendi argümanlarına inanmayan herkesi batı merkezci ilan etmeye sıra geliyor. Bu Batıcılık argümanı özellikle önemli, zira eski Türkiye’nin de mustarip olduğu batıyla kurulmuş sevgi-nefret ilişkisinin menfi tarafını kaşıyor. Kendisine karşı gördüğü laiklerin batı septisizmini gıdıkladığında kendine görece bir kalkan yaratmış oluyor. Entelektüel mevzide bu tartışmaya girmemekte fayda var. İslamcılığın doğu-batı tartışmasına girmesi meşru değil çünkü. İslamcılık doğası gereği izolasyoncu bir ideoloji, dolayısıyla herhangi bir Üçüncü Dünyacılık iddiasına dahil olması mümkün değil. Zaten 20. yüzyıl tarihine baktığımızda, İslam coğrafyasının batı dünyası dışındaki toplumsal hareketlerle yollarının hep en laik olduğu dönemlerde olduğunu görüyoruz. Filistin ve Mısır bunun en kristalleşmiş örnekleri. Bugün Kıbrıs Cumhuriyeti’yle Filistin’in hâlâ dostane ilişkileri varsa, bunun köklerinin Rahip Makarios’la Yaser Arafat’ın kurduğu yakın müttefiklikte yattığını bilmek gerekir. Ya da İslamcılar Fesli Naziler haricinde Yugoslav Müslümanlarıyla ilgilenmezken, Nasır’ın Mısır’ının Yugoslavya ile Bağlantısızlar üzerinden kurduğu bağları hatırlamak elzemdir. İslamcı olmayan Müslümanlarla üçüncü dünyanın diğer halkları 1970’lerde Birleşmiş Milletler’e şekil verirken, İslamcılığın böyle bir iddiasının olması mümkün değil. Hele İsrail’le ve NATO’yla sıkı fıkı olan Türkiye sağından süzülüp gelmiş bir hareketin mensuplarıyla bu tartışmaya girmenin hiç anlamı yok.

REİS OL DEDİ, OLDU!

Lafı toparlamak gerekirse, Müslümanlar Amerika’yı keşfetti ve Küba’ya cami dikti; çünkü AKP’nin inşa ettiği Yeni Türkiye ulusunun “seçilmiş zaferler”le gurur duymaya ve kendini daha fazla ezik hissetmemeye ihtiyacı var. Amerika’ya Kolomb’dan önce varan Müslüman denizcilerden, gemileri karadan yürüten Fatih’e, Fatih’ten duble otoyolların reisine bir devamlılık kurulması gerekiyor. Ezeli ve ebedi bir ulus anlatısı kuramazsanız kitlenize ne anlatacaksınız, on iki yıldır bir grup müteahhit olarak kupon arazi filan kovaladığınızı mı?
Bu Kolomb muhabbeti Tayyip Erdoğan’ın emriyle ders kitaplarına da girecek. Zaten eğitim sisteminin şu anki tek işlevi şartlama olmak durumunda. Evrim yerine akıllı tasarım, Kolomb yerine Müslüman denizciler. Kolomb’dan önce Amerika’yı keşfeden Müslümanların oradaki medeniyete dini, sosyal ya da kültürel hiçbir etki yapmadan nasıl geri döndükleri filan mühim değil. Zira Türkiye’de eğitimin amacı yıllardır soru sordurmamak. Her şeyi AKP’den bilmeyelim, eleştirel pedagojiyle yetiştirilebilecek doğruyu kendi başına bulabilecek kuşaklara güvenmeyip eğitimi endoktrinasyon kampına çeviren laik elitin de bu işte büyük sorumluluğu var. Eh, onlar da yarattıkları bu canavarın sırtına binen AKP’nin Yeni Türkiye ulusunun beynini yıkamasını izleye dursunlar madem...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa