3 Aralık 2014
DİĞER YAZILARI
Edebiyat 15 Nisan 2015
Normalleşmek 8 Nisan 2015
Adil 18 Mart 2015
Beklenti 11 Mart 2015
Koşa koşa 4 Mart 2015
Adım adım 25 Şubat 2015
Her şey 18 Şubat 2015
Mendil 28 Ocak 2015
Yuvarlak 14 Ocak 2015
Yabancı 7 Ocak 2015
YAZI ARŞİVİ

1984-1987 arası Galatasaray’ı çalıştıran Efsane Teknik Direktör Jupp Derwall Türkiye Anıları diye bir kitap yazmakla kalmıyor, bu günleri kitabında şöyle yansıtıyor.

“Güzel zamandı geçen… Ne yazık ki, kısacıktı. Ama dolu dolu yaşandı…

Teşekkürler sevgili İstanbul!

Ve teşekkürler büyük ülke Türkiye!

Yaşamama izin verdiğiniz sayısız harikulade güç için teşekkürler…

Eğer onları yaşamamış olsaydım, hayatımın en anlamlı günlerini kaçırmış olacaktım…”

1988’te Beşiktaş’ta oynamış olan, Premier Lig’in gelmiş geçmiş en çok gol atan sekizinci oyuncusu Les Ferdinand, 2008’de İstanbul’u ziyaret etmişti. Ferdinand, uzun yıllar sonra yeniden Türkiye’de olmaktan çok mutlu olduğunu söyleyerek, “Otele gelirken İnönü Stadı’nı gördüm ve çok duygulandım. Eski hatıralarım canlandı. Beşiktaş benim kariyerimin başladığı yerdi. Çok güzel günlerim geçti ve unutulmaz arkadaşlıklar yaşadım” şeklinde bir açıklama yaptı bu ziyaretinde.

Aynı dönemlerde Galatasaray’da forma giyen Zoran Simoviç ve Fenerbahçe’de oynayan Dušan Pešiæ, 2013 yılında Sırbistan’ı ziyaret eden Türk heyetine tercümanlık yapıp Türkiye’deki günleri unutamadığını söylüyorlar.

Galatasaray’a UEFA şampiyonluğu getiren penaltıyı atan Popescu “Barcelona kaptanlığını yapmak büyük bir onurdu ama Galatasaray’da oynadığım yıllar çok daha güzeldi. Bana karşı müthiş bir sevgi vardı. Hâlâ bu sevgiyi göstermeye devam ediyorlar. Galatasaray taraftarını hiç unutmadım. Hâlâ kalbimdeler.”diye bahsediyor.

Nedense bu örnekler hep 1980’ler ve 1990’lardan. Daha yakın döneme ait yıldızlarda mevzu değişiyor.
Fenerbahçe tarihinin tartışmasız en büyük yabancı oyuncusu Alex De Souza bacak bacak üzerine attığı için, ya da bir tweet yüzünden gönderiliyor. Yemediği laf kalmıyor. Yabancıları geçtim, takıma son iki şampiyonluğunu yaşatan Aykut Kocaman ve Ersun Yanal dahi kolay kolay barışılamayacak biçimde ayrıldılar Fenerbahçe’den.

Galatasaray, Riijkard’ı, Mancini’yi, Prandelli’yi neredeyse peşinden tef çalarak gönderdi. Beşiktaş’a gelen en kariyerli iki hoca Del Bosque ve Schuster’in adı bile anılmıyor. Palas pandıras gittiler. Eski dost Lucescu, her sene bir takım tarafından isteniyor. Adamı nasıl ürkütmüşse bu ülke, çalıştığı Ukrayna’da savaş çıktığı dönem dahi Türkiye’ye dönme fikrine sıcak bakmıyor.

Tesadüf olmayacak kadar sert bir dönüşüm bu. Hayatının en güzel günlerini İstanbul’da geçiren starlardan, ıslık sesleriyle, kavga dövüşle ayrılanlara. 1990’lardan bu güne İstanbul Boğazı’nın, şiş kebabın tadının bozulmasıyla da açıklanamaz herhalde.

2000’lere kadar Türkiye’den adı az bilinen bir takımı kalkındırarak kendisini ispat etmek adına Türkiye’ye gelen yabancılar için riskin tanımı değişti. Geçmiş kariyerini sorgulatmak, Türkiye’den vahşi bir şekilde gönderilme riskini göze alarak geliyorlar. Sadece yabancılar için değil Fatih Terim, Ersun Yanal, Şenol Güneş, Ertuğrul Sağlam, Aykut Kocaman gibi en kariyerli teknik direktörler dahi tüm geçmişlerinin silinmesini, kötü bir hatıratla anılmayı göze alarak yola çıkıyorlar.

Toplumun değerler kümesi radikal biçimde değişti bu 20 yılda. Üretim toplumundan tüketim toplumuna (ve sonrasında magazin toplumuna) geçerken; emek, iş birliği, uyum, vefa, centilmenlik, saygı, fair-play gibi değerlerin yerini karizma, dönemsel başarı, hırs, otorite, kibir ve bir şekilde kazanmak aldı.
Derwall 1984’te Galatasaray’a gelince Florya’daki idman sahasının çamur zeminini görüyor ve acilen çimlendirilmesini istiyor. Bu fikir saygıyla kabul ediliyor ve Türkiye’nin 20 sene sürecek futbol ilerleyişi o çimlerden filizleniyor. Bugün ise, el birliğiyle her gelenin ayağını kaydırdığımız kırılgan, buz bir zemine dönüştürdük. Zeminimizi nasıl da futbola elverişsiz hale getirdiğimizi görmeden, düşenlere bakıp bakıp gülüyoruz. 

Evrensel'i Takip Et