Çözüm süreci ile Alevi açılımı aldatmaca mı?
Fotoğraf: Envato
Gerek süreçlerin ve gerekse açılımların oldu bitti gibi kolayca olmayacağını bilenlerdenim. Ama nasıl olması/yürümesi gerektiğini de az çok biliyorum. Yaşamasam bile okumuşluğum, dinlemişliğim ve yaşanmışlıklara tanıklığım var. Ciddi ve kararlı şekilde sahiplenilip belirli ve ortaklaşılmış bir program dahilinde yürümüyorsa bir süreç şüphe duymak gerek diye düşünüyorum.
Bu konuda yeterli olmasa da çokça yazıldı, konuşuldu, yol haritaları, taslaklar ve metinler gündeme getirildi, tek taraflı ateşkesler ilan edildi, sözler verildi, yol temizliği dahil talepler sıralandı, kurumlar ve kişiler detaylı açıklamalar yaptılarsa da pratik ve somut adımlar ya da yasal düzenleme anlamında bir gelişme yaşanmadı. Bu hem kırılmalara yol açtı hem de kutuplaşmayı büyüttü.
Alevi açılımlarının “dağ fare doğurdu” örneğindeki gibi bir sonuca ulaştığını gördük ve yaşadık. Devlet devşirmiş olduğu biat eden kurum ve kişilerle konuşarak kendi doğrularına paralel şekilde çözümle ilgili olmayan kandırmaca düzenlemeleri yutturmaya kalkıştı sadece. Alevilerin talepleri çok açıktı oysa. Bunlar istenseydi, samimi ve ciddi olunsaydı kolayca halledilecek taleplerdi. Egemen zihniyet ne olursa olsun “kuzuyu yemeye” kararlı olduğundan mesele çözülmediği gibi boyutu da artmış oldu.
Hükümetin/devletin tutumundan şunu anlıyorum: Egemen zihniyete biat eden Kürtler ve Aleviler benim muhatabımdır, ben sorunu bu muhataplarla istediğim şekilde “çözerim.” Kamu düzeni diye üzerinde kıyamet koparılan aslında verilenle yetinen biat eden kurum ve kişilerin oluşturduğu düzendir. 12 Eylülcülerin amacı da bu değil miydi: Dikensiz gül bahçesi; huzur ve güven ortamı!
Temel insan haklarına aykırı olan yüzde 10 seçim barajına yaslanarak ahkam kesen, kibir/gurur ve önyargının esiri olmuş bir zihniyetin hangi konuda ne çözüm üreteceği meçhuldür. Bilime ve insanlık değerlerine karşı çıkarak çözüm üretilemez fakat çözümün zemini kolayca tüketilebilir. 12 Eylül Askeri Faşist Darbesinin ürünü olan Anayasayı değiştirmekten neden vazgeçildi acaba? Güçlünün hukuku daha cazip de ondan mı? İş cinayetleri, kadın cinayetleri, demokratik şekilde hak arayanlara yönelik aşırı şiddet neyin habercisi ve göstergesi diye sormanın zamanıdır.
2015’in emekçiler için açlıkla mücadele yılı olacağını görmek için ekonomist olmak gerekmez. Genel bütçenin baştan açık verdiğini ve bu açığın her yolla yoksullardan ve emeğiyle geçinenlerden bir şekilde alınacağı aşikardır. Özelleştirmeler, bedelli askerlik, işverenin lehine olan düzenlemeler ekonominin raydan çıkmak üzere olduğunun habercisidir. “İç Güvenlik Reformu” diye allanan pullanan “düzenleme” açığa ve yoksulluğa daha fazla terkedilecek kesimlerin hak arama mücadelesinin önünü kesmek için alınan tedbirlerdir. 6-8 Ekim Kobanê Direnişi bahane edilerek “reform” adı altında açık bir faşist düzen amaçlanmaktadır: Ambalajında “Kamu Düzeni” yazılıdır.
Bir kez daha yinelemekte yarar var: Seçim kazanmak ve iktidarda kalmak uğruna ülkenin yer altı ve yerüstü kaynaklarını talan etmek, umut bağlanan ve beklenti içerisine girilen Barış ve Çözüm Sürecini tuzak amacıyla kullanmak, açılımlarla Alevileri kandırmak doğru bir yol değildir. Her alanda büyük üretimlere imza atan Japonya’da bile bu kadar aşırı zengin yoktur. Bu değirmenin suyu nereden geliyor diye sorarlar bir gün! Soma’da katledilen 301 işçi yetmezmiş gibi 2600’den fazla maden işçisini kara kışın ortasında işsiz bırakmak hangi akla ve vicdana sığar? Ancak para hırsıyla gözü dönmüş savaş tacirleri böyle vicdansız girişimleri onaylarlar. Bir umutla bu kaptıkaçtı düzeninin yaratıcılarına aldanıp da oy verenler acaba rahatsız değiller mi bu gidişattan? Ülkemiz nereye gidiyor sevgili vatandaşlar! Akıl tutulmasına mı uğradık, robotlaştık mı, düzenin biatkâr askerleri mi olduk, ne oldu bize?
Artık kendimize gelip toplum mühendisliği ürünü birer robot olmadığımızı göstermek durumundayız bence. Her anlamda ve alanda zengin ülkemizin gözü dönmüş rantiyeciler tarafından talan edilmesine izin vermemek için emekten, demokrasiden, adaletten ve özgürlükten yana olan partileri büyütmek zorundayız. Bunu başaramazsak elimizdeki hak kırıntılarını da kaybedeceğimiz gibi iç savaş ya da darbe ortamına hızla savrulacağımız açıktır.
- Nobel bilim ödülleri ışığında Türkiye'ye bakmak 20 Ekim 2016 00:29
- Kısacık ömürlere neler sığdırılırmış neler! (2) 06 Ekim 2016 00:07
- Kısacık ömürlere neler sığdırılırmış neler! 22 Eylül 2016 00:52
- Bu kaos ve kabus ortamında barış olası mı? 25 Ağustos 2016 00:32
- Kentlerimiz ve demokrasimiz 11 Ağustos 2016 01:00
- Darbe girişimi, normalleşme ve demokrasi 28 Temmuz 2016 00:51
- Su uyur, Milli Eğitim Bakanlığı uyumaz 14 Temmuz 2016 01:00
- Ne yazmalı ve ne yapmalı? 30 Haziran 2016 00:52
- Militarist ve gerici eğitimle nereye? 16 Haziran 2016 00:52
- Paranın padişahlığı ve güçlünün hukuku 02 Haziran 2016 01:00
- Bilim karşıtlığı, yozlaşma ve faşizm 19 Mayıs 2016 00:52
- Yüzleşemediğimiz için yozlaşıyoruz! 05 Mayıs 2016 01:00