Sözün bittiği yer
Her şeyden önce adını doğru koymak lazım. Eğitim başarısı ve okullaşma oranlarının ilkokul çağındaki kız ve erkek çocukların ‘cinselliği’ üzerinden konuşulabildiği bir resmi şûra, oradan karma eğitim konusunda çıkan karar her ne olursa olsun aslında bir rejim değişikliği ifadesidir. Ayrıca böylesi bir değişimi siyasal olarak da niteliği itibarıyla da alışageldiğimiz ‘muhafazakarlık’ tartışmaları çerçevesinde tanımlamak da artık zor. Devlet tarafından topluma dayatılan cinsiyetçi bir yaşam tarzının ilkokul çağındaki çocukları doğrudan kapsayacak biçimde genişletilmesi girişimi, dindar muhafazakarlığın oldukça gerisinde bir siyasal anlayışa işaret ediyor.
Münferiden seslendirilmesi halinde ‘meczupluk’ diye değerlendirip ciddiye almayacağımız karma eğitim tartışmasının, siyasal iktidarın eğitim kolları gibi çalışan Eğitim-Bir-Sen tarafından gündeme taşınması aslında bu konuda asıl sabırsızlanan tarafın hükümet olduğunu gösteriyor. Çünkü Eğitim-Bir-Sen’in başlıca işlevi, hükümetin yapmayı planladığı düzenlemeleri kamuoyunun gündeminde tutarak siyasal dayatmanın sanki toplumsal talepmiş gibi algılanmasını sağlamak. Bu noktada, 9 yaşındaki çocuklara getirilen örtünme “özgürlüğü” öncesinde de Eğitim-Bir-Sen’in ortaya koyduğu kamuoyu oluşturma çabalarını ve bu konuda MEB’e yaptığı başvuruyu hatırlamakta fayda var.
19. Milli Eğitim Şûrası’nın işleyişinin de aynı çerçevede gerçekleştirildiğini görüyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açılış konuşmasında yaptığı “Ana okuldan başlayarak bir hayat tarzı yapılandırma” vurgusunun ardından zorunlu din dersinin yaygınlaştırılması, hafızlık için eğitime 2 yıl ara verilebilmesi, insan hakları-demokrasi ve yurttaşlık bilgisi dersleri kaldırılırken haftalık din dersi saatlerinin arttırılması yanında okulları yarı açık cezaevine çeviren bir dizi öneri sayısal çoğunluğu hükümet tarafından güvence altına alınmış bir oylama ile resmi tavsiye kararları niteliği kazandı.
Din dersi programında Alevilik’e ilişkin bir içerik geliştirilmesi ya da müfredata ‘toplumsal cinsiyet eşitliği’ dersi eklenmesi gibi öneriler ise reddedildi. Hükümetin muradettiği bir önergenin reddedilmesi halinde ise, tıpkı yerel seçimlerde olduğu gibi, oylamanın yenilendiğini öğrendik. Yani AKP demokrasisi tüm kurallarıyla eğitim şûrasına da damgasını vurdu.
AKP iktidarının toplum dizaynı politikası bu şûrayla bir kez daha deşifre oldu. Ancak bu zorlamayı siyasal iktidarın sınıf kimliğinden, yürüttüğü özelleştirme politikalarından azade bir yaşam tarzı dayatması olarak algılamamak gerektiğinin de altını çizmek gerekiyor.
Özelleştirmenin başlıca işleyiş prensibi öncelikle kamusal olanın içini boşaltmaktır. Böylece hem özel sermaye cesaretlendirilir hem de özelleştirme halk nezdinde “meşru” hale getirilir. Eğitimde yaşanan bu akıl tutulması, kamusal eğitimin bilimsellikten giderek uzaklaştırılması işte bu içini boşaltma prensibinin bir gereği olup özel sermaye için bu alanda sağlanan doğrudan teşviklerden çok daha önemlidir. Bu yolla özel sektör eğitimde tek seçenek haline getirilmekte, buna bağlı olarak fiyatı daha da yükselmekte öte yandan eğitim bir ‘hak’ olma niteliğini bütünüyle kaybetmesine karşın AKP gericiliğinin şiddeti eğitimin piyasalaşmasını tartışmayı adeta bir “lüks” haline getirmektedir. İşte bu da özelleştirmenin toplum nezdinde “meşru” hale getirilme safhasıdır.
Dolayısıyla AKP’nin eğitim alanında ortaya koyduğu bu akıl dışı dayatmaların aynı zamanda özelleştirme politikasının standart prensipleriyle bire bir örtüşen sınıfsal bir dayatma olduğunu gözden kaçırmamak gerekir. Bu sürecin sonunda sermayenin kâr alanı genişleyecek, eğitim emekçilerinin payına ise daha fazla güvencesiz çalışma düşecektir. Öğrencilerin kaderi ailelerinin gelir düzeyine ve borçlanma kapasitesine göre belirlenirken, her halükarda toplumsal gelir dağılımı daha da bozulacaktır.
Evrensel'i Takip Et