9 Aralık 2014

Yol ayrımında bir Türkiye

Köln. Avrupa Barış ve Demokrasi Meclisi Köln Üniversitesinde önemli bir sempozyum düzenledi: Soykırım, Adalet ve Yüzleşme Konferansı.
Her biri kendi alanında önemli araştırmalara imza atmış akademisyenler ve araştırmacılar birbirini bütünleyen konuşmalar yaptılar iki gün boyunca. Aynı zamanda sadece geçmişe saplanıp kalınmadı ve dünyadaki aktüel yakın tarihle yüzleşme ve “cezasızlığa” son verme girişimleri de aktarıldı. Herkesin anakronik, yani farklı dönemlere denk düşen, farklı grupları hedef alan tasfiyeci, imhacı, bellekten silici uygulamaların, aslında fail olan “üst” erk açısından senkronik olduğu, sürekli bir işleyişe sahip olduğu, bu tür toplantılarda daha bir su üstüne çıkıyor.
Yves Ternon, bu mekanizmayı, “Suç Devleti” olarak (L’etat criminel) tanımlıyor. 1995 yılında tam da Ruanda ve Bosna soykırımının yeni vuku bulduğu sırada yayınladığı kitabı, “L’Etat criminel. Les génocides au XXe siècle” da, 20. yüzyılda vuku bulmuş Holakaust (Yunanca tapınakta yakılarak kurban edilme), Khurbn (Yidişce, aynen bizim kurban!), Katastrof, Shoa (Yahudikırım), Seyfo (kılıçtan geçirilme), Medz Yeghern” (Büyük Suç), Disaster (Felaket) olarak da adlandırılmış bütün soykırımcıl (génocidaires) olguların ardındaki devlet aklını ortaya çıkarmaya çalışıyordu.
İlginç bir yıldı 1995. Devlet terörü artık şahikasına çıkmıştı. Diyarbakır artık yargısız infazlar sonucu bir “korku şehri”ne dönüşmüştü.
İHD Diyarbakır Şubesi artık açılamıyordu. Şube Başkanı Mahmut Şakar, insan hakları uzmanı Amerikalı senatörün ziyaretinden sonra tutuklanmıştı. Yönetim kurulunun çoğu tutukluydu. Ve şubeyi açık tutmaya çalışan herkes tutuklanıyordu.
İşte o Mahmut Şakar aradan geçen neredeyse 20 yıl sonra, ABDEM’in düzenlediği konferansın açış konuşmasını yapıyordu. Yine, İHD Genel Merkezinden arkadaşım Yaşar Ertaş’a rastlamaz mıyım?
Başbakan Çiller’in elinde bir kara liste vardı. Bir infaz listesi! Birçokları gibi Yaşar da ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştı. Van’daki şube başkanı arkadaşımız Yavuz gibi. Elazığ Şube Başkanımız Metin Can infaz edilmişti, yine üyemiz olan bir doktor arkadaşı ile birlikte.
Sanki dün ayrılmış gibi hissettim kendimi onlardan. Ve şimdi hakikat ile yüzleşmekten bahsediyorduk. Oysa biz o “hakikat” olmaması için çalışmıştık, tam da olayların içinde.
Başbakan Demirel’den alabildiğimiz son randevuda, yakılan ve yıkılan köyler ve yargısız infazlar hakkında bilgi verdiğimizde, bana “Zarakolu, diyordu, cebinden bir karşı liste çıkarıp, “İşte PKK’nin terör eylemleri!”
Ve 20 yıl sonra biz Köln’de “tarihle yüzleşme” toplantısındaydık.
Yine 1995 yılında İngiliz Kültür Bakanlığının davetlisi olarak Londra ve Belfast’ta idik. Güney Afrika daha çiçeği burnunda bir siyasal çözüm modeli sunmuştu dünyaya. Filistin ve İsrail arasında ilk ciddi adımlar atılmıştı. Belfast Üniversitesi kitaplığından, Güney Afrika’da siyasal çözüm üstüne kitaplar topluyordum, yol üstünde yerle bir ettiği binaların, Belfast Operasının önünden geçerek. Berlin Duvarına benzer bir sınır hattı vardı Katoliklerin mahallesi ile. Şehir içinde asker devriyeler, kentler arası kontrol noktaları. Kürdistan’da mıyım diye düşünüyordum. Ve Belfast’ta kimse çözümü ağzına almıyordu. Yılların geçmesi gerekecekti aradan.
Bizim devlet ise bunları izlemek yerine, göbeğine kadar suça bulaşmıştı. Ve şimdi 20 yıl sonra Köln’de Ruanda’da, Güney Afrika’da, Kamboçya’da, Arjantin’deki yüzleşme ve cezasızlığa son verilmesi deneyimlerini tartışıyorduk.
‘95’de Arjantin’de, yetersiz de olsa ilk yargılamalar başlamıştı. Bizde ise, bırakın yargılamayı, suç devleti yeni darbe planları hazırlamaya girişiyor, 1000 yıllık saltanat ilan ediyor, genel başkanımıza suikastlar düzenliyor, genel merkezimiz basılıyor, sayısız davaların ardında bunalıyorduk.
Vedat Aydın İHD Genel Kurulunda Kürtçe konuştuğu zaman, delegelerin nasıl dehşet içinde salonu terk ettiğini hatırlıyorum. Derneğimiz kapatılacak, polis gelip hepimizi tutuklayacak korkusu ile. Ve İHD bir yol ayrımına geliyordu. Dürüst ve doğru tavır alınca da ağır bedel ödüyor, tecrit ediliyor ve lanetleniyordu. 
İsrail ve Türk devleti sürekli önüne çıkan barışçıl, adil, siyasal çözüm olanaklarını harcıyor. Çeşitli bahaneler üretiyor. Çünkü ikisinin de ortak paydaları, milli güvenlik devleti olmaları. İç düşman olmadan yaşamayı tahayyül edememeleri…
Türk savaş esirlerini sağ salim ülkeye getirmeyi başaran, İHD Başkanı Akın Birdal suikasttan zor kurtuluyordu.
O korkunç 1995 yılında Filistin-İsrail barışının mimarı, Arafat ile Nobel Barış Ödülü sahibi İzak Rabin bir suikast sonucu yaşamını yitiriyordu.
Türkiye Cumhuriyeti artık karar vermeli:
İsrail’in yolunu mu seçecek?
Yoksa Güney Afrika ve İrlanda’nın yolunu mu?

Evrensel'i Takip Et