Çok uluslu bir ülkede zoru başarmak!
Fotoğraf: Envato
Türkiye, çok uluslu bir ülke. İçinde bulunduğumuz koşullarda bunu reddeden biri, sadece gerçeklere gözünü kapamış olur. Suriye’nin düşürülmesine yönelik uluslararası gerici stratejinin de etkisi altında yaşanan yeni Arap nüfus göçüyle birlikte, en azından Türk, Kürt ve Arap ulusal varlığı belirgin biçimde görülür durumdadır. Buna bazı ulusal topluluklar daha eklenebilir.
Bu durum, burjuvazi tarafından iki şekilde kullanılıyor. Tek tek kapitalistler ve genel olarak sermaye açısından, yedek işgücü kitlesi artmış durumda. İşsizliğin %11-15 oranında olduğu bir ülkede, ucuz işgücü olarak kullanılabilir yeni nüfus arzı, sermayenin, işçi sınıfı üzerindeki baskısını artırma olanağını genişletir. Nitekim, çok belirgin ve gizlenemez şekilde bu baskı, çok yönlü olarak artmış durumda. Ücret ve sosyal haklar başta olmak üzere işçi(ler) ile kapitalist(ler) arasındaki mücadelede, “istemiyorsan çıkar gidersin, çalışmaya hazır o kadar çok kişi var ki!” meydan okuması daha yoğun olarak yaşanıyor. Haftalık 20TL’ye, ya da günlük 8 liraya çalıştırılan ve paraları da ödenmeyen on binlerce yeni işçi bulunuyor.
Diğer yandan ve daha da tehlikeli olarak, ulusal, dinsel, bölgesel vb farklılıklar işçilerin kendi aralarında da, sınıf birliğini sabote eden bir rol oynayabiliyor. Ucuz işgücü kitlesinin büyümesi ve bunun içindeki Kürt ve Arap oranının artışı, “emek gücünü düşürme” sorumluluğunun bu kesimden olanlara yıkılmasına neden oluyor. “Gelip ekmeğimizi elimizden alıyorlar, ucuza çalışıp piyasayı düşürüyorlar” anlayışı, şoven gerici politikaların da etkisi altında giderek yaygınlaşıyor.
İşçi ve emekçilerin içinde bulundukları yoksunluk, yoksulluk ve neredeyse hangi koşulda olursa olsun çalışma-aksi durumda aç kalma tehlikesi söz konusu-zorunluluğu duymalarından yararlanan sermayenin yağma ve çakal politikasına karşı mücadele edileceği yerde, ucuz çalışmayı göze alan-kabullenen işçi suçlanıyor. Bu yanlış bilinç, eğilim ve tutum, burjuvazinin işçi sınıfı ve emekçilere karşı, ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel uygulamaları için kolaylaştırıcı bir işlev görüyor. İşçilerin, bir sınıf halinde örgütlü olarak sermayeye karşı mücadelede birleşme eğilimini darbelemekle kalmayıp, özellikle Türk şovenizminin güç kazanmasına da bir biçimde katkıda bulunuyor. Sınıfa karşı sınıf tutumu yerine, hangi ulusal kökenden ve hangi dini ve mezhepsel inanç kesimlerinden olduğunu öne çıkaran; sömüren-sömürülen ilişkisini/çelişkisini örtbas eden sağ ve sözde sol ideolojik-politik anlayış ve yaklaşımlar da, işçi sınıfı düşmanı bu görüşlerin etkisini artırıyor. İşçiyi, işçiye karşı tutum almaya yöneltiyor.
Devrimci sınıf çalışması, işçi ve emekçilerin bölünmüşlüğü ve farklılıklarının birbirlerine karşı kullanılması politikasıyla ilk kez karşılaşmıyor. Ancak şimdiki zamanda bu daha belirgin bir özellik kazanmıştır. İşçi-emekçi kitlelerine seslenenler, onların talep ve duygu ve eğilimlerini söz konusu edenler sadece sosyalist sınıf politikacıları değil, sermayenin türlü-çeşitli parti ve örgütleridir de. Burjuvazinin, İP türünden karşı devrimci güçlerinden bazıları üstelik “solcu” maskesi de takmaya devam ediyorlar. Kürt düşmanlığı-PKK karşıtlığı gerekçesi ardına sığınmış haliyle- bunların bir kısmı açısından özel bir uğraş durumunda. T. Erdoğan yönetimindeki AKP ve hükümetinin Sünni Türk İslam çizgisindeki pervasızca ilerleyişi, gerici şovenist burjuva politikaların güç kazanmasının bir diğer itici kuvvetini oluşturuyor.
Bu ve benzeri birçok neden ve olgu, sömürülen ve ezilenlerin karşı karşıya bulundukları sorun ve tehditlerin her bir bölge, çalışma yeri, fabrika, semt, okul ve diğer yerleşim ve yaşam alanlarında, özgünlüklerini de gözeten somut irdelenmesi ve çözümü için güç ve mücadele birliğinin örülmesi için ısrarlı bir tutumu gerekli kılıyor. Şovenizme karşı somut teşhir daha çok önem kazanmıştır. İşten atmaların, yerine bedava denecek ölçüde ucuz işgücü kullanımının, sosyal hak yoksunluklarının, çalışma saatlerini uzatmanın, sigortasız-sendikasız çalışma kuralları dayatmanın sorumlusu şu ya da bu, ulus ya da ulusal topluluktan; mezhep, din vb.’ne inanan ya da inanmayan işçi ve emekçiler değil, sermaye, devleti-hükümetidir. Bu bilinçle hareket etme tutumu güç kazandığı ve yaygınlaştığı oranda emekçiler haklarını kazanabilecek, kurtuluş yolunda ilerleyeceklerdir.
- Kaosun geniş mezarlığı 12 Aralık 2024 05:20
- ‘Suriye pastası’ ve duvarların dışına bakmak! 05 Aralık 2024 06:50
- Değişim; nasıl ve hangi yönde? 28 Kasım 2024 06:45
- Kürtçe eğitim Türkiye’yi böler mi? 14 Kasım 2024 04:52
- Bahçeli’nin çağrısı Kürt gerçeğinin neresinde? 07 Kasım 2024 05:41
- Sorun yoksa, telaş niye? 31 Ekim 2024 06:54
- Çürümenin toplumsallığı ve çürüyeni yönetme politikası 24 Ekim 2024 12:47
- İktidarın ekonomi kriterleri 26 Eylül 2024 05:56
- Vicdansızlık! 19 Eylül 2024 05:15
- Derin ve lağımlı bataklık! 12 Eylül 2024 05:58
- Sağın gücü ve işçilerin ‘kör noktası’ 05 Eylül 2024 05:28
- Malazgirt, Bahçeli, HÜDA PAR vs. 29 Ağustos 2024 05:40