Çocuklar doldurulacak bir kap değildir...
Edirne Kız Öğretmen Okulu öğrencilik dönemimde, okulun tiyatro salonuna ilk girdiğimde duvardaki iki yazı dikkatimi çekmişti. Biri, öğretmenlerin özverisini vurgulayan “Öğretmen muma benzer, erir fakat aydınlatır.” sözüydü. İkinci yazıdaysa, “Çocuk doldurulacak bir kap değil, tutuşturulacak bir ateştir.” deniyordu. O salona her gidişimde, aydınlatırken bir mum gibi eriyen öğretmenler için üzülür; ikinci yazıyı okurken uzun uzun düşünürdüm. Çünkü o güne dek öğrendiklerimi, yaşadıklarımı ters yüz eden bir sözdü. Çünkü o güne dek ailemden, özellikle de babamdan başlayarak herkes beni doldurulacak bir kap gibi görmüştü. Babam kendi din tercihini, okuldaki öğretmenlerim kendi düşüncelerini doldurmuşlardı beynimin içine ve bu hâlâ sürüyordu.
O günden bu yana çok zaman geçti. Sonrasında gittiğim İstanbul İlk Öğretmen Okulundaki köy enstitülü öğretmenlerimin demokratik eğitim anlayışının sonucunda düşünen, sorgulayan bir insan olmayı seçtim. Doldurulacak bir kap değildim, hem o söz hem de hepsi birbirinden değerli öğretmenlerimin verdiği eğitim içimdeki ateşi tutuşturmuştu. Öğretmenliğimi bu anlayışla sürdürdüm, çocuk ve gençlik edebiyatı alanında ve bütün yapıtlarda bu anlayışı ilke edindim; kendi doğrularımı dayatmak yerine sorgulamalarına ve içlerindeki kıvılcımı ateşlemelerine neden olan yapıtlar üretmek... Böylece, dünyayı aklın ve bilimin ışığında açıklayan kendiyle ve yaşamla barışık özgür bireyler olmalarına yardımcı olmak...
O günden bu yana çok zaman geçti. Bilim, teknik vb. konularda buluşlar yapıldı; insan, sınırlarını zorlayarak uzaya, aya gitti... Ne ki günümüzde yaşananlara baktığımda, Anadolu masallarındaki geçiş tekerlemesi olan “gitmiş gitmiş, bir altı ay güz gitmiş, bir de bakmış ki bir arpa boyu yol almamış” sözü geliyor aklıma. O masalları dinlerken, okurken çocuk aklımla buna hep şaşardım, ancak yetişkin olduğumda onun ne şahane bir simgesel anlatım olduğunun ayrımına vardım.
Geçtiğimiz günlerde devlet organizasyonuyla gerçekleşen 19. Eğitim Şurasındaki tartışmalar, alınan tavsiye ya da dayatma kararları, bu sözü bir kez daha getirdi aklıma. Bu Şura, egemenlerin, iktidar sahiplerinin çocukları kendi doğrularını dolduracakları bir kap olarak gördüklerini bir kez daha koydu ortaya... Bir kez daha diyorum; çünkü geleneksel eğitimin temelini oluşturan Türk atasözü “Ağaç yaşken eğilir” cümlesi tam da bunu ifade etmektedir. İktidar sahipleri kolay yönetebilmek, kitlelerin itaat etmesini sağlamak için eğilip bükülen ve istenilen biçime giren çocuklar ve gençler yetiştirme özlemi ve çabası içindedirler. Çocukluğun kısa tarihine baktığımızda, yasaları yapanların, eğitim ya da kültürel konularda belirleyici olan iktidarların; eğitim sistemi, ders programları vb. konularda çıkardıkları yasalarla çocuklara ve gençlere kendi doğrularını dayattığını görürüz… 1999’da katıldığım bir televizyon programında sorduğum soruyu bir kez daha sormak istiyorum: Yetişkinlerin kendi doğrularını, çocuklara ve gençlere doğrular olarak kabul ettirmeye çalışması ne kadar doğru?
İnsanların inançlarına, inançlarının gereğini yerine getirme hakkına saygımız var; ancak din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması gereken laik bir ülkede eğitim öğretim kurumlarında çocukları, gençleri aklın ve bilimin ışığından uzaklaştırıp dinin dogmatik, sorgulamasız çemberine hapsederek onların özgür gelişim hakkını ortadan kaldırmak da başka bir hak ihlalidir. Bu kişi ya da kurumlara verilecek en iyi yanıtın; Halil Cibran’ın Ermiş şiirindeki şu dizeler olduğunu düşünüyorum:
“Sizin diye bildiğiniz evlatlar gerçekte sizlerin değildirler.
Onlar kendini özleyen Hayat’ın oğulları ve kızlarıdırlar.
Sizler aracılığıyla dünyaya gelmişlerdir, ama sizden değildirler.
Sizlerin yanındadırlar, ama sizlerin malı değildirler.
Onlara sevginizi verebilirsiniz, ama düşüncelerinizi asla.
Çünkü onların kendi düşünceleri vardır.
Onların vücutlarını çatabilirsiniz ama canlarını asla.
Çünkü onların canları geleceğin sarayında oturur
Ve sizler düşlerinizde bile orayı ziyaret edemezsiniz.
Kendinizi onlara benzetmeye çalışabilirsiniz
Ama onları kendinize benzetmeye kalkışmayın hiç.
Çünkü Hayat ne geriye gider ne de geçmişle ilgilenir.
Sizler, evlatların birer canlı ok gibi fırlatıldıkları yaylarsınız.
Yayı geren, sonsuza açılan yolda kendine bir hedef edinmiştir
ve oklarını en uzağa eriştirebilmek için
Kendi gücüyle sizleri gerer.
Yayı gerenin elinde seve seve bükülün,
Çünkü oku atan o güç,
uzaklaşan okları sevdiği kadar elindeki sağlam yayı da sever.”
Evrensel'i Takip Et