26 Aralık 2014 00:52

Dile dikkat!..

Dile dikkat!..

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Spor algımız, medyanın da hatırı sayılır katkısı ve yönlendirmesiyle fena halde sorunlu. Skora kilitlenmiş ve kazanmayı tek normal/kabul edilebilir sonuç olarak gören bu sorunlu algı yüzünden spor ortamından gerilim hiç eksik olmuyor. Açıktan ve pervasızca gerilimi besleyen, bundan yarar uman medyanın yanı sıra yönetici takımı da kışkırtıcı söylemlerle yükselttiği tansiyon üzerinden kazanım/çıkar elde etmenin peşinde. Rantın ana hedef haline geldiği mevcut spor ortamında medyanın ve yöneticilerin gerilimi bir koz olarak görmeleri ve kullanmak istemeleri şaşırtıcı değil kuşkusuz. Buna karşılık işin saha içinde ter döken unsurları olan teknik adam ve sporcuların, kışkırtıcı dilden uzak durmak konusunda özellikle duyarlı ve dikkatli olması beklenir. Sorunlu spor algısını bir nebze olsun iyileştirmek ve yeni bir spor kültürü oluşturabilmek yolunda teknik adamlardan ve sporculardan gelecek, sporun özüne/felsefesine uygun açıklamalara, söylemlere çokça ihtiyaç var. Ne var ki, en çok umut bağladığımız, farklı olduklarına inandığımız teknik adamlardan ve sporculardan dahi bu konuda tam tersi yönde sözler duyabiliyoruz...
Mesela Beşiktaş Teknik Direktörü Slaven Bilic, Türkiye Kupası’nda PTT Birinci Lig ekiplerinden Adana Demirspor’a yenildikleri maçtan sonra, “Kaybetmekten nefret ediyorum” diyebiliyor. Elbette hiçbir teknik adam kaybetmekten hoşlanmaz. Spor tarihinde bugüne kadar “Kaybetmeyi seviyorum” diyen bir teknik adama rastlanmadı. Ama kaybetmeyi sevmemek, illa “nefret” sözcüğüyle ilişkilendirilerek mi dile getirilmek zorunda?.. Zaten spora, ağırlıklı olarak skor üzerinden kıymet veren, ortaya konan mücadeleyi skora göre yorumlayıp değerlendiren geri bir spor kültürüne sahibiz. Bu kültürel anlayış, kaybetmenin olgunlukla karşılanmasına, sakince sindirilmesine izin vermiyor ne yazık ki. Böyle bir ortamda, “kaybetmekten nefret ediyorum” sözü, kaybetmenin olgunlukla karşılanmasını ve sindirilmesini daha da zorlaştırmaz mı?.. Ve bu söylem, her türlü skorun kabul edilebilir görülmesinin önünde ciddi bir engel oluşturmaz mı?..

Öte yandan özeleştiri mekanizmasıyla da hiç aramız olmadığı için kaybetmenin sorumluluğunu hep kendi dışımızda bir yerlerde arıyoruz. Sorumlular çoğu zaman da hakemler oluyor. Kaybetmeyi, nefret edilen bir durum olarak görmek, kaybetmenin sorumlularına da bu nefretten pay düşeceği anlamına geliyor... Diğer bir deyişle; kaybetmekten nefret ediliyorsa, nefret edilen durumun yaratıcıları olarak hakemler de, bu nefretten paylarına düşeni alacaktır elbette!..

Nefret, spor kültüründe, spor literatüründe hiçbir şekilde yer almaması gereken bir kavram. Kaybetmenin, neredeyse yıkım ile özdeşleştirildiği bir spor kültüründe işin içine “nefret” kavramını sokmak, hiç de hoş olmayan sonuçlara yol açabilir...

Geçtiğimiz haftada da Olcay Şahan, UEFA Avrupa Ligi’nde çekilen kuralar sonucunda Beşiktaş’ın Liverpool ile eşleşmesinin ardından, 2007 yılındaki 8-0’lık yenilgiye göndermede bulunarak, “İntikam zamanı” diye konuşmuştu. Tamam, iddialı olabilir, kendine fazlasıyla güvenebilirsin ama bu coşkun ruh halini “intikam” kavramıyla ortaya koymanın ne gereği ve anlamı var ki?..

Sporda/futbolda nefret, intikam gibi kavramların yeri yok. Hangi gerekçeyle olursa olsun bu kavramları dile getirmek, spor algımızı daha da sorunlu hale getirmekten başka işe yaramaz!.. Ve şunu da hiç akıldan çıkarmamak lazım ki, yanlış sözcüklerle doğru mesaj verilmez!..

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa