29 Aralık 2014

Rusya-Batı çatışmasında askeri renk!

Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin, 25 Aralıkta, Rusya’nın yeni “Askeri doktrini” belgesini imzaladı. İmzalanan belgede “NATO’nun Rusya için en büyük risk” olduğu belirtiliyor.

Siyaseti azıcık izleyen herkes için bu tür belgelerin, ülkelerin, gerçek sorunlarının üstünü örtmek amacıyla, “dış düşman” bulma propagandasına yönelik olduğu, bir sır değildir. Ancak, yakın geçmişin gelişmeleri dikkate alındığında Putin’in, “NATO’yu Rusya için en büyük tehlike” olarak gösteren belgeyi imzalamasının bir propaganda olduğu söylenebilir mi?

Elbette hayır! Tersine NATO, uzunca bir zamandan beri batı emperyalizminin Rusya’yı ekonomik ve diplomatik olarak kuşatmasına paralel biçimde, askeri olarak adım adım kuşatılmaktadır. Ve bugün artık bu, açıkça görülür hale gelmiştir.  

Anımsayalım: NATO; 1960’lı, 70’li, 80’li yıllarda emperyalizmin en büyük silahlı gücü olarak görülürdü ve “NATO’ya Hayır”, “6. Filo Defol” haykırışları antiemperyalist gösterilerin başlıca sloganlarıydı.

SB’nin çöküşünden sonra NATO’nun artık düşmansız kaldığını, dolayısıyla artık dağılması gerektiğini savunan olsa da emperyalist stratejistler ve devletler, NATO’yu “dünya barışının koruyucusu”, “terörizme karşı mücadele gücü” gibi “yeni görevlerle” donatarak korudular. Korumakla da kalmayıp, “terörizmle mücadele” adına Afganistan’dan Somali’ye, Libya’ya, Irak’a kadar görev alanını genişlettiler. Yani geçmişte sadece “Kuzey Atlantik bölgesinin savunmasını” üslenen NATO, bugün dünyanın her köşesini “görev alanı” ilan eden bir stratejiye oturtuldu.

Bununla da yetinilmedi, SB’nin çöküşü sonrasında Doğu Avrupa ülkeleri de NATO‘ya alınarak NATO’nun sınırları da Rusya’ya dayandırıldı.

Nitekim Ukrayna’nın bölünmesine ve bir kaosa sürüklenmesine yol açan gelişmeler, Ukrayna’nın NATO’ya alınması için yapılan provokatif girişimlere karşı Rusya’nın karşı hamleleri sonucu tetiklenmiştir. .

5-8 Eylül 2014’te yapılan Cardiff Zirvesi’nde NATO, Rusya’ya karşı bir savaş örgütü olduğunu ilan etmişti.

Önceki gün Yücel Özdemir arkadaşımızın, Baltık ülkelerinin Estonya, Letonya, Litvanya’yı silahlandırdığına dair haberi de bu açıdan NATO’nun açıkça Rusya’nın boğazını sıkma hamlelerini daha da ileri götürmeye niyetli olduğunu gösteriyor.

Evet, Baltık ülkeleri, toplam nüfusları 5 milyon dolayında olan ve silah gücü zayıf ülkelerdir. Bu yüzden haberde yer alan silah harcamasının 1.6 milyar avro olması, dünyadaki büyük silah harcamalarına bakıldığında çok küçük de görülebilir. Ama bu ülkeler Rusya’nın Baltık’a açıldığı en kritik coğrafyada bulunmaları itibariyle de Rusya’nın kafasına dayanan bir silah gibidirler.

Bu yüzden de bu ülkelerin silahlandırılması herhangi bir NATO ülkesini silahlandırmasından ve harcamaya ayrılan miktardan da bağımsız olarak, Rusya’nın açıkça silahla tehdit edilmesi anlamına gelmektedir.

Bu gelişmelerden anlıyoruz ki, 2015’te NATO, geçmiş yıllara göre; kriz bölgelerinde daha etkin müdahaleler yapan bir askeri güç olarak öne çıkacak, silahlanmaya daha çok önem verecektir.

Rusya’nın karşı hamleleriyle NATO’ya ve arkasındaki batı emperyalizmine boyun eğmeyeceğini göstereceği de tartışılmazdır. Hele de Ukrayna krizi sonrasında Rusya’ya yönelik ekonomik ambargo ve Rusya’nın açıkça hedef haline getirilmesi karşısında Rusya NATO üstünden her girişimi “kendisi için risk” görüp askeri bir karşı atakla karşılık vermek isteyecektir. Üstelik bu askeri alan Rusya’nın NATO ile ekonomiden, diplomasiden daha kolay baş edebileceği bir alandır da.

NATO’nun bölgesel krizlerde daha çok inisiyatif almaya başlaması karşısında Rusya’nın NATO’yu “en büyük tehdit” ilan etmesi demek, emperyalistler arası çelişkilerin düne göre daha ileri bir aşamaya geçmesi, çelişkilerin askeri renkle (haki) boyanmaya başlaması demektir ki; bu silahların devreye girmesi olan “kırmızı”dan önceki renktir.

Ki, bu aynı zamanda 2015’te, antiemperyalist mücadelenin daha somut talepler etrafında yükseleceği zeminin genişlemesi demektir.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Kamu işçisi hedefte

Kamu işçisi hedefte

Ücretleri baskılayan Erdoğan-Şimşek programının yeni hedefi toplu sözleşme sürecine giren 600 bin kamu işçisi. Sendikal bürokrasi eliyle işçiden kaçırılan sözleşme taslağı, iktidar medyasına sızdırıldı. “Taleplerimizi karşılamıyor” diyen işçiler öfkeli. Ekonomide, iç ve dış politikada sıkışan Saray iktidarı, toplumu yönetebilmek için yasaklara, gözaltılara ve tutuklamalarla sarılıyor.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
'Heybeden’ her gün yeni bir soruşturma çıkıyor. Yargı sopasıyla topluma gözdağı verilmek isteniyor.

Evrensel'i Takip Et