2014'te futbolun manzara-i umumiyesi...
2015’in ilk günündeyiz. Malum yeni bir yılın başladığı günde hem geçen yılı değerlendirmek hem de gelen yıldan beklentileri dillendirmek adetten olmuştur. Genelde yeni bir yılın başlangıcının verdiği iyimserlikle geleceğe yönelik beklentiler de yüksek tutulur. Oysa 2015’in bu ilk gününde memleket insanının sanırım önemli bir çoğunluğu “ihtiyatlı” bir iyimserlikten daha fazlasını hissetmiyordur.
Bu sütunda çok defa ifade ettim, futbol toplumun bir aynasıdır. Toplumun genel siyasal, ekonomik, sosyal düzeyi neyse futbol da onu yansıtır. Nitekim 2014 yılında memleket futbolunun “manzara-i umumiyesine” baktığımız zaman aklıma gelen tek kelime “çöküş.”
Birkaç kalın fırça darbesiyle manzarayı resmetmeye çalışalım. Dinleyen olmasa da tarihe not düşmüş olalım hiç olmazsa.
“Sözde özerk özde atanmış” olan TFF’nin 6222 sayılı yasadaki e-bilet tanımını “geniş” yorumlayıp uygulamayı Aktif Bank’a teslim etmesiyle “passolig” ile tanıştık. Uygulamanın tribünleri bitireceği “passolig”den beslenmeyen az sayıda kalem tarafından dile getirilse de “ben yaptım oldu” hukuksuzluğu hayata geçirildi. Sonuç, memleket tarihinin en geniş kapsamlı “tüketici boykotu” gerçekleşti ve 2014’ün futbol fotoğraflarının simgesi boş tribünler oldu. Anayasa mahkemesi, söz konusu uygulamayı, anayasaya, insan haklarına aykırı olması gerekçesiyle esastan görüşme kararı verse de belli ki 2015 seçimlerine kadar tribünlerin boş kalması en küçük muhalefete tahammülü olmayan siyasal iktidar için “katlanılması kabul edilebilir” bir maliyet olarak görülüyor. Ne de olsa boş tribünler “Ali İsmail Korkmaz” marşını söyleyemez.
Milli takım macerası da futbolumuzun bir özeti gibi. 2016 Avrupa Şampiyonası için grup elemeleri de 2014’de başladı. 2013 yılının sonunda Galatasaray’dan ayrılmak zorunda kalan “imparator” Fatih Terim ile birlikte başlayan “umuda yolculuk” İzlanda maçında 3 golle gelen yenilgi ile birlikte çabuk sona erdi. Aldığı astronomik “maaşı” haklı gösterebilmek için “Türkiye Futbol Direktörü” gibi garip bir unvanla görev yapan Terim, elemelerde şu ana kadar sadece Letonya ile berabere kalıp, Kazakistan’ı yenerek memleket dışında “imparatoru” kimsenin takmadığını da göstermiş oldu.
Şampiyonlar liginde Galatasaray’ın gol yeme rekorunu kırarak gruplara veda etmesi ise memleket şampiyonunun da sınırlarımız dışında artık etkili olmadığının bir başka göstergesi.
Milli Takım ve Galatasaray’ın durumu “renklere” bağlı olmadan aslında futbolumuzun düzeyinin düştüğü noktayı göstermesi açısından önemli ama “passolig” pazarlamasına daha büyük önem veren futbolu yönetenler durumun ne kadar farkında ya da farkındaysa neleri değiştiremiyorlar? Sorular ortada…
Aslında ayrıntılı bir analiz yapılmak istenirse kaçınılmaz başlangıç noktası “3 Temmuz” süreci olacaktır. Hala “sağduyulu” değerlendirme yapmak yerine “renklere” duyulan aidiyete göre pozisyon alındığı için hakkıyla değerlendiril(e)meyen süreçte 2014 yılının sonunda ilginç bir noktaya geldi.
Hadi taraftarların ağzından değil şimdi arka arkaya bir dönem “torba dava” olarak adlandırılan davalarda yargılananların ağzından birkaç alıntı yapalım:
İlk Ahmet Şık, “Pusu-Devletin Yeni Sahipleri” başlıklı çalışmasında “3 Temmuz operasyonu da Fenerbahçe üzerinden Türkiye’de futbolu ele geçirme operasyonuydu” diye giriş yapmıştı. O günlerin toz dumanı içinde bu saptamanın altını çizenler ya küfür yedi ya görmezden gelindi. 2014’de ne oldu? Önce Aziz Yıldırım hakkında ardından diğer torba davaların birçoğunda Anayasa mahkemesi yeniden yargılama kararı verdi. Senenin son ayında önce Galatasaray başkanı Duygun Yarsuvat, Milliyet gazetesinden Atilla Gökçe’ye “Gülen grubu Aziz Yıldırım’dan 50 milyon dolar istedi, Fenerbahçe parayı ödemeyince malum süreç başladı” açıklamasını yaptı. Ardından eski emniyet müdürü Hanefi Avcı “Fenerbahçe ve Aziz Yıldırım’a kumpas” kurulduğunu çıktığı televizyon programında söyledi. Yetmedi CNN’e çıkan eski Genelkurmay başkanı İlker Başbuğ, “3 Temmuz sürecinin bir senaryo olduğunu” söylemekle kalmadı, “Fenerbahçe taraftarının direnişiyle de tarih yazdığının” altını çizdi. Ahmet Şık’tan İlker Başbuğ’a kadar geniş bir yelpazede “benzer kavramlarla” nitelenen süreç memleket futbolunun temeline de dinamit koyulduğu süreçti.
Umarım 2015, bu sürecin, “taraftar” ve “aidiyet” heyecanıyla değil, “akıl” ve “bilgiyle” değerlendirildiği bir dönemin başlangıcı olur. Yoksa yıkılan duvar, tek bir takımın değil, bütün memleket futbolunun ve taraftarının üzerine yıkılacak.
Herkese, “passolig”den arınmış, güzel futbolla dolu, “üzüntüsünü ve sevincini” ortak yaşayacağı renklerle, huzurlu, keyifli ve sağlıklı bir yıl dilerim.
Evrensel'i Takip Et