Bir kapitalist hülya olarak ‘Annelik kariyeri’
Bakan Müezzinoğlu’nun “annelik kariyeri” lafı ne gündem değiştirme hamlesi ne de “aman gene mi” deyip geçiştirilebilecek bir deli saçması. Bu ve benzeri sözler, milleti oyalamak için ortaya atılmış arkası boş sözler değil, kadınların hayatını direkt etkileyen, sınırlayan, hatta tehdit eden toplumsal yargıları ve halihazırda sürdürülen veya planlanan iktidar politikalarını adım adım hayata geçirmek için bir nevi kamuoyu tesisi. Mesele ciddi yani.
Bu “annelik kariyeri” söyleminin bir geçmişi var tabi; iş isteyen kadınlara “Evdeki işler yetmiyor mu?” diyen ekonomi bakanı, üç çocukla milli irade tesisine girişen Başbakan, kadınların fıtratından doğum kontrol ihaneti çıkaran Cumhurbaşkanı onca yeni kavram icat etmişken Sağlık Bakanı’nın sözü bu “ulvi” yola döşenen taşlardan biri olabilir ancak. Ama ne yalan söyleyelim, oldukça manidar bir biçimde kapitalist “PR” dilini yansıtan bu kavramsallaştırma, iktidarın kadınların doğurmasıyla, anneliğiyle, evdeki işleriyle ne derdi olduğunu göstermesi bakımından da diğerlerine nazaran pek incelikli oldu. Sonuçta “kariyer” dediğin sözlüklerin de dediği gibi “bireyin yaşamının üretken yıllarını kullanarak geliştirdiği ve genelde çalışma hayatının sonuna dek sürdürdüğü iş ya da pozisyon.” Üretkenlik, geliştirme, çalışma hayatı, iş, pozisyon… Bunlar “neoliberal” olmanın şanından… Üstüne bir de muhafazakar “kutsallık” sosu… Böylelikle bu bakım yükümlülükleri sağlık, eğitim ve sosyal hizmet kurumlarında sunulması gereken, güvenceli ücretli bir işin parçası olarak değil de neden kadınların fıtratı gereği “aile içinde” yapması gereken işler haline geliveriyor sorusunun cevabı hazır.
Annelik bir kariyer olunca, kadınların başçavuş olarak başına dikildiği aile içindeki en temel görevi sisteme eklemlenmeye müsait bireyler yetiştirmek oluyor tabi. Kadının kritik sorumluluklarından birisi, emek-gücünün ilk disipline edildiği alanın ustabaşı olması ise, diğeri din-ideolojisinin temel ilkelerinin içselleştirilmesine hizmet eden öğretmenler olmak oluyor.
Böylesi bir “kariyer alanı” olarak aile, “kadınlara bırakılamayacak kadar büyük öneme haiz” olduğundan devletin denetimi devam edecek elbet! Boşuna mı bunca bakanlıklar arası işbirlikleri, protokoller, dünyanın parasını harcayarak kendi vakıflarına, derneklerine hibe ettikleri projeler! Boşuna mı annelik okulları, irşat merkezleri…
Kadınları kutsal ailelerinin başına iktidar çavuşları olarak dikme gayretlerinin ne denli zorba bir hayal olduğunun gayet farkında olduklarından, o ailelerde yetişecek her bir bireyin “sapmasını” engellemek için canhıraş başka projeler peşindeler aynı zamanda!
“Yaşam Koçumla Başarıya Doğru” projesiyle “Liselerde öğrenim görmekte olan öğrencilerin yaşamlarında toplum değerlerine saygı, ahlak ve sorumluluk duygusu” geliştirmek için, imamlar, öğrencilere “vizyon” oluşturmak üzere görevlendirileceklermiş. Üstüne bir de MEB’in, Hizmet Vakfı ile yaptığı protokol kapsamında Türkiye’deki tüm eğitim kurumlarında seminer olarak okutulacak “değerler eğitimi” meselesini koyunca, bu nasıl bir “vizyon”, görüyoruz: Proje konuları arasında, ‘üç çocuk’ ısrarıyla uyumlu olarak Türkiye nüfusunun artırılmasına yönelik tavsiyeler, ailelerin İslami ölçülerle kurulması gerektiği, gençlerin iffetlerini korumalarının önemi, kanaatkarlık, sebat ve kadere razı olmanın değeri var.
BM’nin sağlıklı ve uzun bir yaşam, bilgiye erişim ve iyi bir yaşam standardı boyutlarıyla ölçtüğü “insani gelişmişlik endeksi”nde Türkiye 90’ıncı sırada. TÜİK’in son verilerine göre dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 1427, asgari ücret 949 TL. Devlete en çok vergi ve prim ödeyen, yani devletin bütçesinde en çok payı olan asgari ücretli… Ama değerler eğitimi “Hastalık, insana, ölümü, kabri ve ahireti bilip ona göre hazırlanması gerektiğini hatırlatır. İnsanın hastalık ve sıkıntılarla günahları dökülür. Vücudumuzdaki hastalıklar Cenab-ı Hakk’ın bir hediyesidir” diyor, “İnancımız gereği ölüm bir nimettir. Çoğu zaman ağırlaşmış hayat yükünden kurtulmaktır” diyor, bir nevi ölüme mahkum edilmişliği kutsuyor, kaderi prangamız yapıyor. “Devletimizin bekası, kurulacak meşru aile yuvalarıyla mümkündür. Hiçbir millet ve hükümet neslin çoğalmasına karşı çıkamaz. Sağlıklı, dindar, faziletli, ahlaklı nesillerin çoğalmasından hiç kimse endişe etmesin. Mahlukatı yaratan ve besleyen Allah’tır” diyor, “3 çocuğa nasıl bakacağım” diyen kadına inancını sorgulatıyor.
Tablo buyken, mevzunun esasını değil, Müezzinoğlu’nun “annelik kariyeri” lafına dekor oluşturan kadının kara çarşafını konuşmak zorunda kalmak da ayrı bir zul. Yine kendine “mağduriyet” çıkarmayı başaran iktidar, açıktan yarattığı mizansen ile yine kadınların esaslı sorunlarını çarşafa dolamakta pek mahir çıktı ya, ben ona yanıyorum.
Evrensel'i Takip Et