09 Ocak 2015 01:00

Bir gazeteci ölür, bin gazeteci doğar

Bir gazeteci ölür, bin gazeteci doğar

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Fransız mizah dergisi Charlie Hebdo’ya yapılan kanlı baskın muhalif gazetecileri öldürerek susturmaya çalışanların ilk basın cinayeti değil; kuşkusuz son da olmayacak. Beğenmedikleri, rahatsız oldukları düşünceleri farklı yollarla kamuyla paylaşan gazeteciler yüzyıllardır çeşitli güç odaklarının hedefi.  

Kilise ve organize din çoğunlukla solcu, ateist basından rahatsız oluyor. Çünkü basın tabulara karşı, mizahçılar dini tabuların siyaseti ve sosyal hayatı domine etmesiyle alay ediyor. Basın tabularla alay edebilmeli, çünkü düşünce ve ifade özgürlüğü, doğası gereği bunu gerektirir.  

Fanatik İslamcılar da özgür basına karşı. Aynı nedenlerle. Dini siyasal ve ekonomik emellerine alet edip kirli, kanlı işleri için nasıl milyonların rızasını aldıklarını ortaya koydukları için. Ilımlı İslam da basına, özellikle de özgür mizaha karşı. Çünkü onlar da “değerlerimiz”, “kitabımız”, “peygamberimiz” şiarıyla dini yolsuzluğa, rüşvete, adam kayırmaya, kanunsuz iş yapmaya, masum insanların hayatlarını karartmaya alet ediyorlar. Basın onları eleştirdikçe, ılımlı İslamcı politikacılar da her gün basına saldırıyor. Onlar da özellikle mizahçılardan şikayetçi. Çünkü mizahçı düz bir gazetecinin haberinde söyleyemediği şeyleri söylüyor. Hele politik mizahçı, küçük bir esprinin gücüyle tüm kralları bir anda çırılçıplak bırakabiliyor. Muktedirin güçlü, yenilmez duruşu, bir anda yerle yeksan oluyor ve mizahın kitleleri kavrayan gücüyle mesela bir anda halkın diline pelesenk olan bir fıkraya dönüşüyor.

Güçlüler 21. yüzyılda hâlâ basını gazeteci öldürerek susturabileceklerini sanıyorlar. Hâlbuki bir gazeteci ölürse yerine bin gazeteci gelir. Bir muhalif mizahçı yok edilse, politik mizah ölmez, insanları koyun gibi gütmek için kullandıkları tabulara saldıracak milyonlar dirilir.

Nitekim, dün Fransa’da “Je suis Charlie/Ben Charlie’yim” diye bağırarak sokaklara dökülen milyonlar muhalifini öldürerek susturmayı kısa yol olarak görenlerin ne kadar yanıldıklarını gösteriyor. Katilleri her kim ise, ister fanatik İslamcılar, isterse fanatik İslam kisvesinde iş bitiren organize gerillalar olsun, Fransız halkı ve dünyanın pek çok ülkesindeki özgürlüklerine sahip çıkan insanlar onların cinayetlerini lanetliyor. Basının silahla susturulamayacağını haykırıyor.
Basın ve ifade özgürlüğünün vazgeçilmez olduğuna inanan bizler de Charlie Hebdo katliamını, ölümleri ve Fransız gazeteci arkadaşlarımıza yaşatılan bu acıyı lanetliyoruz.
Sorumlular ortaya çıksa da, çıkmasa da, özgür basının susturulamayacağını kendi yaşadığımız örneklerde çok iyi biliyoruz.

Nitekim, dün Evrensel Gazetesi Muhabiri Metin Göktepe’nin ölüm yıl dönümüydü. Metin Göktepe, 8 Ocak 1996 yılında haber izlemek için gittiği Eyüp’te polisler tarafından işkence edilerek öldürüldü. Devletin yetkilileri onun duvardan düşerek öldüğünü iddia ettiler. Metin, Evrensel gibi küçük bir gazetenin, solcu, Kürt muhabiri olduğundan, kamuoyu önce olan bitene dikkat kesilmedi. Ülkemizde devletin solcu, Kürt katletmesi vakayı adiyedendi o zamanlar. Yine de, cinayeti dikkatle takip eden ve haber yapan bir grup adanmış gazeteci sayesinde, Metin’in gözaltında dövülerek öldürüldüğü kabul edilmek zorunda kalındı. Kimse izleyemesin diye o ilden bu ile sürülen ve 4 yıl süren dava şubat 1999 yılında yapılan mahkemeyle sonuçlandı. Metin Göktepe’yi işkence ederek öldüren 11 memurdan altısına 7 yıl 6 ay hapis cezası verildi. Bu Türkiye basın tarihinde bir ilktir. Metin Göktepe, ülkemizde gözaltında öldürülmüş gazeteciler içinde katilleri yargılanmış ilk gazetecidir. Gerçi, katil polisler bu kadar yatmadılar. Aflardan filan yararlanıp çıktılar. Devlet suç işleyen polisini her zamanki gibi korudu.

Ama bizde bir de şu fark oldu. Metinlerin (O dönemde öldürülen diğer gazeteci arkadaşlarımızı da katarak söylüyorum) ölümünden sonra Türkiye’de bir polis devleti kurulmaya çalışıldı. Özellikle Gülen Cemaati ve AKP koalisyonu döneminde polisin askere karşı güçlenmesi, ağır silahlarla donatılması, emniyet-istihbarat biriminin toplumun tüm bireylerini gözetleyen ve eğer isterse herkesi sahte suç yaratarak hapse atan bir güce erişmesi için altyapı hazırlandı.

Bu altyapının oluşmasında kendisine “liberal-özgürlükçü” diyen bir takım gazeteci-yazar-çizer takımı da rol onadı. Sanki bu ülkede polis hiç cinayet işlememiş, sanki devlet hiç polisini korumamış, tam tersine, tüm kötülüklerin anası askermiş gibi bir algı yaratmada bu entel-dantel takımı önemli rol oynadı.

Basının polisi rahatça eleştirdiğini, askeri ise eleştiremediğini yazdılar.

Asker dokunulmaz, polis değersiz, dediler.

Bunu bilinçli olarak yaptılar. Çünkü AKP-C ile birlikte hareket ettiler.

Çünkü Cemaatin devletin tüm kurumlarına sızması için oynanan iktidar oyununda rol aldılar.

Çünkü Cemaati demokrasi olarak tanıtacak bir halkla ilişkiler projesinde çalıştılar.

Abant toplantılarına katıldılar.

Cemaatin okullarını ziyaret edip hayranlık anlatıları kurdular.

Cemaatin polisinin herkesi dinlediği dönemde “Yok ya polis iyi, asıl askerin kozmik odası önemli” dediler. Devletin kirli odaklarını birbirine düşüren, halkı ise uyutan korkunç bir oyunun içinde rol aldılar.

Ve bunu halka sanki militarizmle, askeri vesayetle savaşıyorlarmış gibi yutturdular.
Sanki Metin’i öldüren polis değilmiş gibi, sanki Manisalı çocuklara işkence ve kötü muamele eden polis değilmiş gibi, sanki trafikte dur ihtarına uymadı diye insanları beyninin ortasından vuran polis değilmiş gibi… Sanki polislik bu ülkenin gariban evlatlarının namusuyla şerefiyle icra ettikleri bir meslek de, askerlik tüm kötülüklerin anası gibi. Halbuki, tencere dibin kara, seninki benden kara.
Bazı liberal entelektüellerin ince ince işledikleri riyakar söylemleriyle yarattıkları yeni Türkiye’den şimdi polis devleti diye söz ediliyor. Gazetecileri gündüz vakti işkence ederek öldürebilen ve devletin korumacı kanatları altında yaşamına devam eden polislerin olduğu bir ülkede bu nasıl olabildi? Bu ülkenin “liberal-özgürlükçü” olduğunu iddia eden aydınları buna nasıl yol açtı? Polisi ve dini ekonomik, politik çıkarlarına alet eden bir cemaati nasıl demokratik, sivil toplum hareketi gibi halka yutturdular, bunun hikayesi de uzun uzun yazılacaktır elbet.

Ayrıca yarın Dünya Çalışan Gazeteciler Günü. Charlie Hebdo katliamı bugün boynumuzu bükse de, namusu ve onuruyla çalışarak halka gerçekleri göstermeye çalışan tüm basın emekçilerinin gününü kutlarım. Onların biri gitse, bini gelecektir. Güçsüz olan, gazeteciyi (varsa) kendi anlamlı fikirleriyle değil de öldürerek susturabileceklerini sananlardır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa