Paris saldırıları ve sol
Fotoğraf: Envato
Paris’teki cihatçı terör saldırıları sol içinde laiklik ve İslami söylem kullanan siyasi akımlara ilişkin tartışmaları tekrar gündeme getirdi. Saldırıları kınayan geniş bir kesimin dayanışmasının yeterli olmadığını iddia eden Slavoj Zizek, New Statesman dergisindeki yazısını şöyle bitirmiş: “Paris saldırılarına cevaben düşünmenin yolu, hoşgörülü bir liberalin halinden memnun kendini tatmin duygusunu bir kenara atmayı ve liberal hoşgörü ve köktencilik arasındaki çatışmanın nihayetinde yanlış bir çatışma – birbirini yaratan ve varsayan iki kutbun fasit döngüsü - olduğunu kabullenmekten geçiyor. 1930’larda Max Horkheimer’ın faşizm ve kapitalizm hakkında söyledikleri – kapitalizm hakkında eleştirel konuşmaktan imtina edenler faşizm hakkında da susmalılar – bugünkü köktenciliğe de uygulanmalı: liberal demokrasi hakkında eleştirel konuşmaktan imtina edenler köktencilik hakkında da susmalılar”.
Paris saldırıları değerlendirilirken sol içinde iki tavırdan bahsedebiliriz: Bir tarafta her türlü dini inanca ve düşünceye eşit mesafede duran soyut, evrensel ve hoşgörülü liberal bir laiklik anlayışı; diğer tarafta soyutluk ve evrensellik iddiasının Batı’nın sömürgeci ve emperyalist siyasetini gizlemeye ve meşrulaştırmaya çalıştığını iddia eden yapısökümcü postkolonyal bir liberalizm eleştirisi.
Saldırılara her iki taraftan gelen tepkiler özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra tanık olduğumuz sürecin ve tartışmanın devamı niteliğinde. Ve her iki taraf demokrasi sorununu temelde kültürel değerlerin çoğulluğu sorunu olarak ele alıyor. Oysa gerek Müslüman düşmanı aşırı sağın, gerek cihatçı aşırı sağın yükselişini değerler çatışması olarak ele almak Zizek’in ifade ettiği fasit döngüde dolaşmamızı sağlamıyor mu? Demokrasi meselesini kapitalizmin ve sınıf mücadelelerinin bir ifadesi olarak tartışmadan bu döngüden çıkılabileceğini düşünmüyorum. Ne liberal hoşgörü ne de postkolonyal kültürel tercüme kavramları kapitalizmin yarattığı maddi eşitsizliği ve bunun neden olduğu manevi tahribatı, yabancılaşmayı giderebilir, iyileştirebilir.
İfade özgürlüğü kavramını ele alalım. Bu kavram bireylerin kendilerinin bizzat katıldığı doğrudan demokrasi değil, başkaları tarafından temsil edilebildikleri temsili demokrasiye özgü bir kavramdır. Ellen Meiksins Wood’un işaret ettiği gibi modern temsili demokrasiyi, temsil kurumu ve düşüncesinin var olmadığı antik Yunan doğrudan demokrasileriyle karşılaştırmak zihin açıcıdır. Köleliği meşru kabul etmesine rağmen farklı sınıfların siyasete doğrudan katılımını sağlayan antik demokrasideki isegoria kavramı sadece ifade özgürlüğü değil, aynı zamanda ifade eşitliği anlamına gelmekteydi. Yani malı mülkü ne olursa olsun bütün yurttaşların sözü eşit kabul edilirdi. Bu siyasi değer ise mülksüzlerin ayaklanmasıyla kazanılmıştı. Aristoteles demokrasi ve oligarşi arasındaki farkın esasta mülkiyetle ilişkili olduğunu ileri sürerken siyasi sistemin sınıfsal ilişkilerle belirlendiğini söylüyordu. Demokrasi genelde çoğunluğun yönetimine verilen ad iken, Aristoteles esas belirleyici kriterin mülkiyet olduğunu ve –olanaksız olsa da- mülksüzlerin azınlıkta ve iktidarda oldukları bir rejime de demokrasi denilebileceğini iddia ediyordu.
Bu çerçevede değerlendirdiğimizde belli bir tarihsel, toplumsal ve siyasal sürecin ürünü olan idari mekanizmaları evrensel ilan etmek, onları maddi içeriklerinden soyutlayıp hukuki biçimlere indirgeyerek dayandıkları sınıfsal ilişkileri gizler. Liberalizmin beşiği ABD’de Beyaz Saray’da bir siyah otururken, siyahlara karşı yükselen ırkçı saldırılar meselenin bireylerin değerleri değil, toplumsal sınıfsal çatışmalarla ilgili olduğunu gösteriyor.
Avrupa’da yükselen Müslüman düşmanı aşırı sağ partiler ve Ortadoğu’da süren savaşlara asker kazanmak ve bu savaşları Avrupa’ya doğru yaymak niyetinde olan cihatçı aşırı sağcılar aynı konjonktürün ürünü. Paris saldırılarını kim düzenlemiş olursa olsun bu konjonktürü kendi lehine kullanmaya çalıştı. Bu çabayı boş çıkarmak her şeyden önce mevcut kutuplaşmaları sınıfsal kutuplaşmalara dönüştürebilmeyi gerektiriyor.
- Türkiye-Suriye ilişkisi 18 Aralık 2024 04:58
- Ortadoğu’da yeni döneme girerken vaziyet 11 Aralık 2024 04:32
- Lindner’in komplosu ve Almanya’da seçimler 27 Kasım 2024 04:40
- Trump'ın zaferi: Enflasyon algısı ve 2008 sonrası aile şirketleri 13 Kasım 2024 04:08
- ABD’de seçimler ve yeni saflaşma 06 Kasım 2024 04:51
- Yeni Yeşil Düzen’in sergüzeşti 30 Ekim 2024 04:35
- Tırmandırarak gerilimi azaltmak 02 Ekim 2024 04:16
- AfD’li sınıf fraksiyonları ve aile/cinsiyet politikaları 11 Eylül 2024 05:03
- Saksonya ve Thüringen'de seçimler 04 Eylül 2024 04:30
- AfD'nin aile politikası 28 Ağustos 2024 04:15
- Thüringen'de nüfus, aile ve siyasi eklemlenme 21 Ağustos 2024 04:39
- Taşra ve siyasi kültür: Doğu Almanya'da seçimlere doğru 14 Ağustos 2024 04:22