15 Ocak 2015 01:00

'Demokrasi savaşçıları' ve ırkçılığın toprağı!

'Demokrasi savaşçıları' ve ırkçılığın toprağı!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Paris, Paris olalı, uluslararası boyutlarıyla böylesi ikiyüzlülüğü az görmüş olmalı! Hollande, Netanyahu, Davutoğlu ve İngiliz Cameron; bu dördü, Paris’te sahnelenen ve muhtemeldir ki başka ülkelerde, başka bileşimlerle sürdürülecek olan burjuva ikiyüzlülüğü ve kirliliğinin eksiksiz denebilecek bir resmi için, ideal bir görüntü verdiler. Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman olarak ve öteki gerici liderleri temsilen! Ruanda celladı ve Libya “fatihi” Fransızların tekelci “solcu”su ile NATO ordularının öncü koluna “kumandan”(!) Erdoğan’ın baş yardımcısı; İsrail’i, “Yahudi din devleti” olarak ilan eden ve tüm varlığını Filistin Arap katilliğine borçlu Siyonist zorba ile kapitalist-emperyalist sömürgeciliğin en sinsi temsilcisi İngiliz yan yana; kol kola ve “özgürlük-kardeşlik” cephesinde! Buna inananların vay haline!
“Teröre karşı mücadelede birlik!” çağrısı çıkaran; “ulusal birlik” talep eden Hollande ya da diğerleri özgürlüğü, eşitliği, kardeşliği mi savunuyorlar? Bu soruyu sormayan ve toplumsal gerçeği göz önüne getirerek, yanıtı dosdoğru bulmaya ve vermeye çalışmayan her hangi bir işçi, emekçi ya da genç, kendi aleyhine bir bilmezlik, anlamazlık ya da aldatılmışlık içinde bulunuyor olacaktır. Terör ve bağnazlık; terörist örgütler ve ırkçı-bağnaz dinci çeteler kapitalizmin toprağında boy vermiştir. Adına İslamist terörizm denilen şeyin, hayali olarak uydurulmuş bir soyutluk olmadığını, sadece IŞİD-Nusra-Kaide çetelerinin Irak, Suriye, Libya, Kürdistan ya da Paris gibi emperyalist başkentlerdeki canice eylemlerinde değil; “Allah ve Peygamberi”nin avukatlığına soyunmuş devlet-hükümet yetkililerinin politika ve eylemlerinde de ‘ruh ve beden bulduğu’ bir gerçektir. Kendilerinin dışındaki halk ve ulusları aşağılayıp hor gören ve onlarla aynı haklara sahip olmayı kabullenmeyip, kendi “üstünlükleri” ve “ayrıcalıkları” üzerinden politikalar belirleyip ilişkiler geliştirmek isteyen ırkçı şovenizm, ‘kardeşlik, özgürlük ve eşitlik’in düşmanıdır. Bunların hiçbirinin sorumlusu ‘kendi halindeki emekçi’; ‘sıradan insan’ olmamıştır.
Paris’teki ya da başka başkentlerdeki kalabalıkların fotoğraf tümlüğü, genel ve “ortak” istemin, düşünceleri ve inançları nedeniyle kimsenin öldürülmemesi olduğunu gösteriyor. Evet, hiç kimse, düşünceleri, inançları nedeniyle öldürülmeyi hak etmez, etmemelidir; kimse de diğerlerini, kendisi gibi düşünmüyor ve inanmıyor diye öldürme ve cezalandırma hakkına sahip olmamalıdır. İkiyüzlü burjuva yasaları da sözde bunu teminat altına almıştır! Gerçek ise tümüyle farklıdır ve hemen her gün burjuva tekelci gericiliğin bin türlü yasak, baskı ve saldırılarıyla geçmektedir. Burjuvazi, devlet aygıtı-makinesini elinde tutar ve kimin nasıl, hangi tür düşüncesinin “doğru ve yerinde” olduğuna karar verir; bunu çeşitli dini-mezhebi “inanç” kesimleri de kendilerine hak sayarlar. Burjuva ikiyüzlülüğünün olduğu kadar, “göksel güç”lerin avukatlığı iddiasıyla baş kesip can alan “inançsal” zalimliklerin gerçek kimlikleri, hayatın kendi somut alanındaki tutumlarıyla açıklık kazanır. Suriye, Libya, Irak, Afganistan, Rojava; ve evet Paris birer örnektirler ve şuna işaret ederler: Zenginlik ve mülkiyet üretiminin başkalarının emek gücü üzerinden, onun ürettiğinin bir bölümüne, karşılığını ödemeksizin el koyarak gerçekleştiği bir toplumsal ilişkiler sisteminde, özgürlük, eşitlik ve kardeşliğin bir yalandan ibaret kaldığını, insan soyu yüz yıllardır yaşaya geldi; bugün de yaşamaya devam ediyor. Sömürü, eşitsizlik ve hak yoksunluğunun; özgürlüksüzlük ve baskının(sınıfsal, ulusal, dinsel, mezhepsel, kültürel vb) gerçek kaynağıdır. Sömürü sisteminin temsilcileri, bu “değerler” üzerine ancak iki yüzlülükle dolu söylevler verirler. Onlar için mücadele edildiğinde ise, Nazilerin, Türk-İslamcı ırkçı ve faşistlerin, Suudi gericilerinin, IŞİD’çi çetelerin ve Paris canilerinin barbarlıklarına benzer yöntemlerle karşısına, dikilirler.
Güncel terörist şiddet ve caniliklerin İslamist, ırkçı, mezhepçi ve dinci üreticileri ve uygulayıcıları, kapitalist emperyalizmin kan banyosunda boy verdiler. Hiçbiri, -ötekini ne denli sorumlu gösterir ve suçlu ilan ederse etsin-, daha az kirli değildir. Sadece, yöntemleri, araçları ve ilan edilmiş amaçları farklılık gösterir. Biri ötekini besliyor ve öteki berikinin üreyip boy vermesine toprağı hazır hale getiriyor. Ardından da, her biri kendi hesabına, diğerinin varlığını ve saldırılarını gerekçe gösterip, kendini “haklı” göstermek için, entrikanın bin türüne; yalan ve iki yüzlülüğün en çirkefine baş vurur(lar).
Dünya gerçekliği ve içinde bulunduğumuz dönemin gelişmeleri, sömürgeci “Batı” ve otoriter-totaliter “Doğu” söylemini yetersiz kılmakta; dinsel fanatizm, şeriatçı gericilik ve modern yaşam tarzı arasındaki anlaşmazlıkları flulaştırmakta; sermaye ve dini ideoloji arasındaki karşılıklı koruma ve kullanma ilişkisini “görünmez”liğe itmektedir. Hak-hukuk ve inanç adına insan haklarına saldırılır, farklı düşüncedeki insanlara baskı, yasak ve zorbalıkla boyun eğdirilmeye çalışılırken, barbarlık, yağma ve istilanın ırkçı-şoven ve dinsel gerekçelendirilmesi için bin türlü sebep sayılıp dökülebiliyor. Pazar ve etki alanları için dünyayı yeni bir büyük savaşa doğru sürükleme politikalarında dikkat çekici ivme artışı var. Silahlanmaya hız verildi. İslamist ya da başka tandanslı terörist hareket ve eylemler gerekçe edinilerek hakimiyet alanlarının genişletilmesi, kaynakların denetimi ve ucuz işgücünden yararlanma gibi, tümü de kapitalist-emperyalist sömürü bağlantılı ve kaynaklı politikalar yoğunlaştırıldı. Ve, Selefist, Sünni İslamist zorla Müslümanlaştırma politikaları Ortadoğu, Kuzey Afrika, Ön Asya topraklarında akıttığı kanla yetinmeyerek, Batıya doğru “hamle”ye kalkışıp Paris’te din savaşına girişirken, emperyalist yayılmacılığa daha fazla malzeme oluşturma gibi bir işlevi de yerine getiriyor. Ve, dünya burjuvazisi, sorumlusu olduğu bu karışıklıktan yararlanmak için, kar ve rantın bataklığında çürümeye bırakılmış o eski burjuva slogan ve şiarlarını, ihtiyaç üzerine yeniden istismara yöneliyor.
Oysa, 1830-40’lı yıllardan bu yana, burjuvazi, bu, kendinin ‘doğuş’ şiarlarını da, egemenliği için tehlike olarak görüyor. O zamandan bu yana, özgürlük, eşitlik ve kardeşliği, artık ancak işçi sınıfı, emekçiler ve ezilen halklar istiyor ve onlar için dövüşüyorlar. Gerçek bir eşitlik ve özgürlük ise, artık sömürünün tüm olanak ve ilişkileriyle birlikte ortadan kaldırılmasına bağlanmıştır. Dini ve mezhepsel inanç adına insan kasaplığının ortadan kalkması için de, dinsel insan kasaplığını gerekçe edinen ırkçı-faşist zorbalık ve emperyalist sömürgeci barbarlığın son bulması için de, sermaye sistemine son vermek gerekir. Sermaye dünyasının dinsel kutsanmasının ve dini ideolojinin kapitalist kullanımının nihayet bulması ancak böyle mümkün olacaktır. Bu gerçekleştiğinde ise, ne kimse ötekini kendisi gibi düşünmüyor ve inanmıyor diye kesmeye kalkışacak, ne de kölelik, hak yoksunluğu, eşitsizlik ve emek gücü sömürüsünü kutsayan bir politik ideolojiye inanç ve biat mümkün olacaktır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa