Neler oluyor?
Paris yürüyüşünde ilk sıranın görünümü sizde nasıl duygular uyandırdı? Hollande’ı, Netanyahu’yu, Merkel’i, Davutoğlu’yu, Ürdün Kralını, Abbas’ı, Mali diktatörünü vb. aynı sırada omuz omuza yürürken resmeden kare dünya halklarına neler anlatıyordu? Charlie Hebdo katliamına karşı basın özgürlüğünün savunulmasını mı? Halkların hangi dinden ve mezhepten, hangi ulustan olurlarsa olsunlar eşit ve özgür olduklarının, kardeşçe yaşamaları gerektiğinin savunulmasını mı? Yoksa artık bazı büyük devletlerin Ortadoğu’da, Kuzey Afrika’da, Afrika’nın ortasında, Asya’da vb. yakıp yıkmaktan, işgal ve müdahalelerden vazgeçtiklerini mi?
Ön sırada yürüyenlerin -mazlum Filistin’in liderini ve onun tutumunu bir yana bırakalım- bu tutumların hiç birisinde samimi olmadıklarını ortadaki gerçeklerden, bugün olup bitenlerden çok iyi biliyoruz. Ama yürüyen milyonlarca insanın yukarıdaki güzel ve soylu duyguları taşıdığını da çok iyi biliyoruz. Çünkü onlar ve dünyanın çeşitli ülkelerinde onlar gibi tutum alan milyonlarca insan Irak’a, Afganistan’a, Libya’ya, Suriye’ye vb. yapılan müdahale ve işgallere de karşı çıkmışlardı. Bugün de yine Avrupa’da ırkçılığa ve gericiliğe karşı mücadele ediyorlar. Açıkçası devletleri temsil eden yöneticilerle, halkları temsil eden yığınlar birbirlerine karşıt amaçlar ve idealler için yürüyorlardı.
Devletleri yönetenlerin amacı Charlie Hebdo katliamını ezilen halklara karşı yeni bir saldırı dalgasının işaret fişeği olarak kabul edip, yürüyen ve yürümeyen milyonları kendi gerici amaçlarının peşine takmak, işgallere, müdahalelere haklılık kazandırmak, kendi içlerinde çıkabilecek aykırı tutumları kontrol altına almak, bastırmak olarak öne çıkıyordu. Buna en güncel örnek Türkiye’de yaşandı: Davutoğlu Paris’te yürüyor, ülkesine döndüğünde Charlie Hepdo’nun yeni sayısından seçkiler yayınlayacak olan Cumhuriyet gazetesinin dağıtım kamyonlarını polisleri ile saatlerce engelliyordu. Derginin yeni kapağına İnternet’ten erişim ise mahkeme kararıyla engellendi. Hükümetinin diğer basın yayın organları üzerinde kurdukları baskıcı, engelleyici, tutuklamayı ve cezalandırmayı da içeren terörcü politikaları ise zaten devam ediyor. IŞİD dosyası ve politik sosyal yaşamı dini renge büründürerek daha da gericileştirme çabaları da ayrı bir başlık.
Dünyada, Türkiye’de, yakın bölgelerde neler olup bittiği çok açıktır, ancak bu olup bitenlerin altındaki ilişkileri, genel amaçları, halkları birbirine düşmanlık içinde tutacak gerici politikaları ve en derindeki ilişkileri teşhir etmek, ortaya çıkarmak bir o kadar karmaşık ve bilinçleri bulandırıcıdır. Şu demagojilere bakalım: “12 Fransız için yürünüyor, ölen onca Müslüman için ne yapıyorsunuz, camiler kundaklanırken neredeydiniz, Suriyeli, Iraklı çocuklar öldürülürken ne yaptınız? vb. vb.” Burada kasıtlı olarak halkların demokratik tepkileri görmezden gelinmiş ve devletleri yönetenlerin gerici tutumları birbirine karıştırılmış, halkın geri kesimleri üzerinde en ilkel duyguların önü açılmıştır.
Oysa çok iyi biliniyor ki, bugün yürüyenlerin, protesto edenlerin çoğu ve çoğundan da fazlası büyük emperyalist devletlerin ülkelere müdahalesine ve işgaline karşı çıkmışlardır ve halen de çıkmaktadırlar. Ama “Müslümanları savunmak adına” bunları diyenler Irak’a, Libya’ya, Suriye’ye müdahale için sözde eleştirdikleri büyük devletlerle kol kola girmişler, bu ülkelerde yaşayan Müslüman halkların büyük acılar çekmesine neden olan suçlular arasında yer almışlardır. Ama bu yöneticiler yalan ve iftirada sınır tanımadıkları gibi, işledikleri ve halen de işlemekte oldukları suçları büyük bir iki yüzlülükle işlemeye devam etmektedirler.
Bugün ezici çoğunluğu Müslüman olan ülkeler iç savaşlarla, terörle, İslam’ın en ilkel biçimlerde politikanın içine sokulmasıyla kanlı bir kısır döngünün içine itilmişlerdir. Bir kısmı büyük devletlerin oyuncağı olan İslamcı örgütler, yöneticiler, bir kısmı zaten kendi tarihleri karıştırıldığında bolca bulanabilecek olan anlaşmazlıklara ve “kutsal kitabın buyruklarına” sarılarak ortaya çıkan çeşitli örgütler bu kanlı tablonun aktörleri olarak ortada at koşturmaktadırlar. Artık büyük emperyalist devletlerin tam da istedikleri gibi at iziyle it izi birbirine karışmış durumdadır. Ama görmek gerekir ki, Müslüman’ın Müslüman’ı katletmesi, bu ülkelerin yağmalanmasının yanı sıra büyük devletler arasındaki hesaplaşmaların bir parçası olarak sahneye konmaktadır.
Bütün bu kanlı tablo, kaos görüntüsü İslam halklarının yeni bir uyanışına, laik, demokratik, bağımsız bir yaşama yönelmelerine yol açabilir mi? Bu yöndeki verilerin henüz çok zayıf olduklarını tespit etmemiz gerekiyor. Ancak bütün bu süreçlerin, sarsıntıların yüz milyonlarca Müslüman’ı politik sorunların içine, “bu dünyanın” dertlerinin tartışılmasına itelediği de açıktır. Ama çok kısa süre içerisinde olmasa da, modern sınıf çelişkilerinin daha gelişkin olduğu İslam ülkelerinin, daha ileri bir yaşam biçimi için diğerlerine öncülük edebilecekleri ihtimalini göz ardı etmemek gerekir. Bitirirken kısaca vurgulamak gerekiyor ki, Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, Budist vb. hangi dine ve mezhebe inanıyor olursa olsun, hangi ulusa ve etnik gruba dahil olursa olsun dünya halklarının, işçi ve emekçilerinin kaderleri daha fazla birbirine bağlanıyor, olaylar ve gelişmeler bu bağların düğümleri olarak işlev görüyorlar. Tarih bize her düğümün çözümlere açıldığını yeterince gösteriyor.
Evrensel'i Takip Et