Sınıf bilinci ve Charlie Hebdo katliamı

AKP Hükümeti sistemli biçimde yürüttüğü kutuplaştırma politikaları yoluyla hem ideolojik karşıtlarına uyguladığı tahakkümün toplumsal desteğini oluşturmakta hem de sınıfsal çıkarları bu iktidarla örtüşmeyen geniş kesimlerin siyasi desteğini kazanmaktadır.
BİLGESAM tarafından geçtiğimiz Temmuz ayında yapılan “Türkiye’de Etnik, Dini ve Siyasal Kutuplaşma” anketinin sonuçlarına göre; AKP’nin sürdürdüğü politikalar kendi seçmenini partiye daha çok yakınlaştırırken, kendinden olmayanı ise ötekileştiriyor ve uzaklaştırıyor. Ayrıca sonuçlar, bu siyasi kutuplaşmanın pek çok alanda ayrımcılığa dönüştüğünü de gösteriyor.       
Siyasal iktidar, Charlie Hebdo katliamı sonrasında da her seçim arifesinde dozunu giderek arttırdığı bu kutuplaşmayı körükleyecek bir tutum izliyor. Başbakan Davutoğlu, Paris yürüyüşü dönüşünde “öteki”nin ifade özgürlüğü bir yana yaşam hakkına dair tek kelam etmediği açıklamalarla parti tabanını “yükselen İslamafobi’nin hesabını sormak için” orada olduğuna ikna etmeye çalışıyor. Dahası Paris’e gitmesinin tabanda yaratacağı muhtemel hoşnutsuzluğu içeride Cumhuriyet gazetesini açıkça hedef göstererek telafi etme yoluna gidiyor. O kadar ki, gazete yazarlarının Charlie Hebdo’nun katliam sonrasındaki ilk sayısının kapağını köşelerine taşıyarak “gelin bize saldırın” dediklerini ilan ediyor.  
Davutoğlu’nun ortaya koyduğu yaklaşım, devletin tüm kademelerinden de destek buluyor. Diyanet İşleri Başkanı katliamı kınama yürüyüşünü “ibretle” izlediğini söylerken, ileri yargıdan kişinin dini değerlerinin ifade özgürlüğünden üstün olduğunu savunan mahkeme kararları geliyor. Cumhurbaşkanı da tıpkı Davutoğlu gibi Cumhuriyet gazetesini hedef göstererek tartışmaya dahil oluyor.
AKP, hegemonya stratejisinin bir parçası olarak bir kez daha, üstelik oldukça tehlikeli biçimde, pompaladığı bu dini kutuplaştırmayı tabanını konsolide etmek yanında siyasi bakış açısını yaygınlaştırmanın da bir aracı olarak kullanıyor. Bu bağlamda katliamın ilk gününden beri “gerçek İslam” sınırları içinde yürütülen tartışma metodolojisine kimi seküler kesim de ortak olmuş durumda. Böylece İslami olmayan bir seçeneğin zaten geçersiz olduğu yolunda bir toplumsal algı oluşturulurken, toplumun siyasal iktidarın zihinsel kodlarının dışına çıkması da engelleniyor. Öte yandan düşünce ve ifade özgürlüğünü ön plana çıkaran yaklaşımlar ise çoğunlukla liberal demokrasinin belirlediği sınırlar dışına çıkmıyor.
Sınıflı toplumlar açısından kaçınılmaz olan toplumsal karşıtlık, sınıf karşıtlığı yerine din-dil-ırk-mezhep açısından tanımlandığı ölçüde piyasa düzeninin güvencesi olduğu kadar kapitalizmin emperyalizmle olan ilişkisini gizleme işlevi de görüyor. Böylece özünde emperyalist politikaların beslediği şiddet ve eşitsizliğin neden olduğu toplumsal tepkiler, kimi zaman göçmen karşıtlığı kimi zaman İslamofobi biçiminde tezahür ederken aynı zamanda demokrasi arayışının sınırları da egemen politikalara zarar vermeyecek ölçüde belirlenebiliyor. Cihat örgütlerini besleyen emperyalist devletlerin, Charlie Hepdo katliamı sonrasında tüm dünya halklarından yükselen haklı tepkiye sanki ortaklarmış gibi görünebilmelerinin temelinde de işte bu var.
Benzer şekilde, Paris’te “ifade özgürlüğü” için yürüyüp dönüşte Cumhuriyet’i hedef gösterebilmenin ve bu tutarsızlıktan nasıl siyasi destek devşirilebildiğinin nedenlerini de yine toplumsal karşıtlığın hangi eksende tanımlanmış olduğunda aramak gerekiyor.

Evrensel'i Takip Et