18 Şubat 2015 00:58

Güven-güvenlik - milli güvenlik - şiddet sarmalı

Güven-güvenlik -  milli güvenlik -  şiddet sarmalı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Güven, Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu, itimat anlamına geliyor. Sözlüğe göre, ikinci bir anlamı da yüreklilik, cesaret... Bu iki anlamı birlikte değerlendirdiğimizde birilerine veya bir şeye inanma ve bağlanma duygusunun kişiye yüreklilik ve cesaret verdiğini söylemek mümkün. 

Gelişim psikolojisinde de temel güven diye bir kavram vardır. Erikson adlı bir bilim insanının Psikososyal Gelişim Evreleri kuramına göre temel güven ya da tam tersi olan güvensizlik duygusu bebeklik döneminde gelişiyor. Bu evrede çocuk alıcı, anne ise verici konumda ve çocuğun ihtiyaçları karşılanıyor. Çocuk, ihtiyaçlarının karşılanacağından emin olarak bu evreyi geçerse temel güven duygusunu kazanıyor. Bebek toplumsal güven duygusunu da bu evrede kazanıyor. Fiziksel ihtiyaçları çevresi tarafından karşılanarak aynı zamanda toplumsal bir anlamı olan alıp vermeyi de öğreniyor. Düzenli alma-verme ilişkisi sayesinde süreklilik, tutarlılık ve bunlara bağlı olarak güven duygusu da gelişiyor. Bu duygu, bebekte, bakılmaya, özen gösterilmeye değer bir varlık olduğu hissini de uyandırıyor. Başka bir deyişle, bebek ile çevresi arasında karşılıklı güvenilirlik durumu... Bu evrede çocuğun kendi kimliğine ilişkin kazandığı düşünülen duygu ise şu: “Ben, bana verilenim.” Kısaca çocuk kendi varlığını kendisine verilenlerle eş tutuyor. Yani kendisine bu evrede ne veriliyorsa, o. Aşırı doyum ya da yoksunluk; aşırı iyimserlik, narsisizm, kötümserlik, isteyicilik gibi özellikler bu duygunun sağlıklı olarak gelişmediği durumlarda kişilik yapısında beliriyor. Bu bilgiler Psikiyatr Doçent Doktor Koray Karabekiroğlu’nun internet sayfasından... Sözün özü, bir toplum çocuklarını temel güven duygusunu kazandırarak yetiştiriyorsa, o toplumun çocukları kendilerini emniyette, güvende hissediyorlar. Bu güven duygusunun önemli olmadığını düşünen var mı? Yoktur herhalde...
Peki, güvenlik dediğimiz şey nedir? İnsanın kendisini güvende hissetme durumuyla tabii ki alakalı ama güvenlikli bir toplum dediğimizde kastettiğimiz şey bize birilerinin zarar vermeyeceğinden emin olduğumuz toplum veya birileri bize zarar verirse kurulu bir hukuk düzeni tarafından gerekli cezanın verileceğinden, can ve mal güvenliğimizden emin olabileceğimiz, bundan kuşku duymayacağımız bir toplum... Ve tabii ki kuşku duymadan inanabileceğimiz ve bağlanabileceğimiz bir devlet ve toplum... Güvenlikli bir ev veya site dediğimizde kastettiğimiz şey ise, içine hırsızın ya da herhangi başka bir saldırganın girmeye cesaret edemeyeceği ya da girerse engelleneceği bir ev veya site... Ve “güvenlik” kelimesi, bir de iri yarı, güçlü kuvvetli, dış görünüşü itibariyle kötü(!) kişileri korkutucu veya caydırıcı kişi anlamında da kullanılıyor.

Temel güven kavramıyla güvenlik kavramlarını birleştirdiğimiz zaman bir de şu akla geliyor ister istemez... İçinde yaşadığımız toplumda kurulu düzen öyle bir işliyor ki, insanlar en temel haklara (sağlık, eğitim, adalet) sonuna kadar sahip oluyorlar ve bu toplumda istedikleri konularda, alanlarda kendilerini ifade hakkına da sahipler ve bu hakkı kullandıklarında sırtları yere gelmez. Toplumda bir tür dayanışma var ve kolay kolay hiç kimse aç, açıkta ve susuz kalmaz. E, bir de aynı hayali cemaatten, yani milletten(!) olduklarına göre, herhalde herkes birbirine destek olur, kucağını açar. Buradaki millet kavramı da sevgili ve saygıdeğer devlet büyüklerinin her zaman vurguladığı gibi hangi dil, din, ırk ve etnik gruptan olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes... Hani üst kimlik diyorlar ya, ondan. 

Herhalde milli güvenlik kavramı da bununla ilgili diye düşünmez mi insan? Yani yukarıda tanımlandığı biçimiyle aynı milletten veya üst(!) kimlikten olduğu iddia edilen insanların güven içinde yaşamalarının sağlanması olayı da herhalde milli güvenlik diye adlandırılıyor. Ama öyle değil. Milli güvenlik kavramı, genel olarak devletin güvenliği şeklinde algılanıyor. Milli güvenlik meselesi deyip halkın taleplerinin önüne duvar örülebiliyor, işçilerin grevleri yasaklanabiliyor, basına yasak gelebiliyor, bazı toplantılar gizli gizli yürütülebiliyor.

Ama mesela güvenlik deyince kadınların, çocukların, gençlerin, işçilerin güvenliği akla gelmiyor. En azından devlet katında... Devletin güvenliği, milli güvenlik çok önemli oluyor, akan sular durabiliyor da, halkın güvenliği deyince akan sular durmuyor. İş kazaları olmaya devam ediyor, çocuk işçiliği devam ediyor, kadın cinayetleri durmuyor. İş kazasında işçi suçlanıyor, sorumlular cezalandırılmıyor. Çocuk işçiliği zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılması sayesinde artıyor; stajyer öğrencilik(!) sağ olsun. Kadın cinayetlerini önleyecek bir kanun veya caydırıcı önlemler ya da caydırıcı devlet tutumu yok. Kadına tecavüz edilince kadının rızasıyla olmuş oluyor; ne de olsa mini etek giymiştir ve kuyruk sallamıştır ya... Bunlara sırtını dayayan erkekler tecavüze ve cinayete yeltenebiliyor. Engellilere hayat zaten yok. Üniversiteye giriş sınavına Ankara’da girmek zorunda kalıyorlar. Kısaca pek de güven telkin eden ve temel güven hissinin oluşmasını sağlayan bir ülke düzenimiz yok. En temel kurumlara da bu yüzden halk güvenmiyor.

En temel kurumlara halkın güvenmemesi ve bu kurumları eleştirmesi beraberinde tabii ki ne getirecek. Korku... Kendini koruma arzusu... Devlet de genelde böyle durumlarda polis ve asker aygıtlarını kullanarak kendini korur. Yani kendisini devlet olarak görenler... Yeni iç güvenlik paketi de böyle bir şey. Halkını koruyamayan devlet, halkından korkar ve kendini korumaya çalışır. Genişletilmiş polis yetkileri, makul şüpheye dayalı gözaltı, hukuk devletinin olmazsa olmaz ilkesi güçlerin ayrılığının zedelenmesi...

Güvenlik kavramının böylesine iki farklı boyutta kullanılması ve anlaşılmasında önemli bir sorun var tabii ki. Hatta hastalıklı bir durum var. Maalesef temel güven hissinin çocuklara kazandırılamadığı bir toplumda yaşıyoruz. Bu yüzden insanlar çevrelerine güven duymadıkları gibi kendilerine de güven duymuyorlar. Bu güvensizlik hep karşılıklı olarak işleyen bir durum... Böylesi bir toplumda temel sevgi de kazanılamadığından insanlar birbirlerine hep alt edilmesi gereken canlılar olarak görünüyorlar. O yüzden iktidar alanlarına sahip olmak çok önemli. Çünkü böylece başkalarının yaşamını kontrol edebilme ve başkalarının üzerinde hakimiyet kurabilme fırsatına sahip olacaklar. Bu fırsatı elde ettin mi de, ez gitsin. Ezmekten korkma, seni koruyacak silahlı güçleri de yanına çekersin, olur biter... Ezdiklerini ayrıca hayali bir “millet” veya “ümmet” kimliğiyle de birleştirdin mi, daha ne istersin. Ezilenler zaten hazır, bir milli ya da dini kimliğe aitmiş gibi hissetmeye. Oysaki içten içe duyulan bir güvensizlik, sevgisizlik ve şiddet sarmalında alabora olmak üzereler...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa