18 Şubat 2015 01:04

‘Düşük yoğunluklu çatışma’dan düşük yoğunluklu diyalog sürecine

‘Düşük yoğunluklu çatışma’dan düşük  yoğunluklu diyalog sürecine

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bazen, ‘Adını anmasam daha iyi’ diye düşündüğünüz kişiler olur, ama yazacağınız konuya ilişkin sıcak gelişmeler, onun yazdıklarını da tartışmayı gerektirir. Yazının başlığında ‘süreç’ geçtiğine göre, o istenmeden anılacak kişinin Yeni Şafak Gazetesi Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi olabileceği herhalde fark edilmiştir.

Selvi belli bir dönem öncesine kadar Hükümet ve Cemaate dair gelişmeleri içeriden takip eden, tarafı da bilinen bir gazeteci olarak okunurdu. Ancak AKP’nin ikinci hükümet döneminden itibaren iktidar lehine politika yapıcı ve kanaat oluşturucu bir özne olarak hareket ediyor. Bir süredir de, gerek televizyon programlarındaki performansı gerekse gazetede yazdıklarıyla, gazeteciliğini Hükümetin taktik ve stratejilerinin hayata geçirilmesinin aracı haline getiren bir konumda görüyoruz onu.

SELVİ’NİN İKİ YAZISI
Selvi, önceki günkü “Kandil, Öcalan’a direniyor” başlıklı yazısında “Öcalan’ın 2013 Nevruz’unda yaptığı çağrıdan sonra çözüm sürecinde son düzlüğe girildi” dedikten sonra, Kandil’in bu sürecin tamamına erdirilmesini “direnerek” engellediğini savundu. Bu arada, Selvi’nin “silah bırakma” değil de, “PKK’nin Türkiye’deki silahlı faaliyetini sonlandırması”  vurgusu yapması da bir süredir devletin bu konuda geldiği noktayı gösteriyor. Bunu Selvi de yazısında açıklıyor: “Bu arada neden ısrarla, PKK’nın Türkiye’deki silahlı faaliyetlerini bitirdiği ilan edilecek diyorum. Çünkü Suriye ve Irak konjonktürü ile IŞİD faktörü nedeniyle bu aşamada Kandil’in kendini feshedip, silahlı mücadeleyi toptan bırakması beklenmiyor. Irak ve Suriye’de Kürtlere yönelik IŞİD saldırılarının olduğu bir sırada PKK’ya silah bırak demenin gerçekçi bir tarafı yok.(...) Ankara bu konuda realist...”

Selvi dünkü yazısında da başlığındaki tutumunu bir tık daha ileri götürerek, “Öcalan’a Kandil darbesi” demiş. Yazısında bu iddiasını dayandırdığı bölümler şöyle:

“Öcalan, PKK’nın silahlı mücadeleyi bırakması yönünde irade beyanında bulundu. 
4 Şubat 2015 tarihinde kendisini ziyaret eden HDP heyetine yazılı bir metin verdi. O metinde aynen şöyle yazıyor.

‘Silah miadını doldurdu. Kürt hareketi yoluna demokratik siyasetle devam edecek. Ben de Nevruz’da PKK’yı silahlı mücadeleyi bırakmak üzere kongre toplamaya çağıracağım.’

Ancak sadece Öcalan’ın irade beyanıyla yetinilmemesi konusunda HDP ile hükümet arasında bir görüş birliğine varıldı. Buna göre çözüm sürecinden sorumlu Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın başkanlığında hükümet ve AK Parti temsilcilerinin de katılımıyla ortak bir irade beyanında bulunulacaktı. Açıklanacak metin hazırlanmış, açıklamada bulunacak isimler belirlenmişti. Açıklamanın birkaç dilde yapılması konusunda dahi mutabakata varılmıştı.

Ankara’da açıklama yapılacak olan mekan hazırlanırken, Öcalan’ın mesajı Kandil’den veto yedi.
Böylece 2013 Nevruz’unda ‘Silahlı mücadele dönemi bitti, siyasi mücadele dönemi başladı’ diyen Öcalan’ın, 2 yıl sonra benzer ifadelerini içeren mesajı, Kandil’in karşı koyması üzerine açıklanamadı.”
Selvi bunları yazdıktan sonra şu sonuçlara varıyor: “Kandil, PKK’nın yaşayan lideri olan Öcalan’a karşı operasyon çekiyor” ve “Kandil, HDP’nin barajı aşmasını istemiyor.”

Selvi’nin Kürt hareketinin bir tarafına dayanarak diğer taraflarını yıpratma üzerine kurulu geleneksel devlet tezini yinelerkenki heyecanını tebessümle saptadıktan sonra yine aynı soğukkanlılıkla devam edelim.

Önce şunu söylemek gerekiyor. Selvi’nin de zikrettiği gibi, Ankara 2013 Newrozu’nda  Öcalan’ın “Silahlı mücadele dönemi bitti” söyleminin Ortadoğu’nun bugünkü çatışmalı hali ve son olarak da Kobanê’de IŞİD’e karşı verilen mücadelenin doğasının da zorunlu kıldığı gerçekler dikkate alındığında reel bir noktaya çekilmesi gerektiğini kabullenmek durumunda kaldı. Kandil’in gösterdiği direnç de devletin bu noktaya gelmesinde etkili oldu.

O nedenle de bir süredir, “PKK’nin Türkiye’deki silahlı mücadelesini sonlandırdığını ilan etmesi” formülü öne çıkarılıyor.

‘DÜŞÜK YOĞUNLUKLU ÇATIŞMA’DAN GELDİK
Selvi’nin yazdıkları ve söylemini kurduğu taktik platform bugün aslında Kürt sorununda Hükümetin/Devletin durduğu zeminin dolaysız bir yansıması olarak kabul edilmeli. Kürt hareketi ile devlet arasındaki “ateşkes” ya da sorunun silahsız yöntemlerle çözümüne dair arayışlar, 1993 yılında başlıyor ve araya giren çatışmalı yıllarla birlikte bugünlere kadar geliyor. Aradaki yıllar içinde bu konuda literatüre geçen söylemler de kullanıldı. En kanlı dönemin uygulamalarını yöneten, Eski Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, yaşanılan süreci “Düşük Yoğunluklu Çatışma” olarak adlandırdı. Bu kavram, Doğan Güreş’in verdiği söyleşi ile kitap adı da oldu. (M. Ali Kışlalı, Güneydoğu, Düşük Yoğunluklu Çatışma, 1996, 218 sayfa)

‘Düşük Yoğunluklu Çatışma’dan bugün ‘Düşük Yoğunluklu Diyalog Süreci’ne geldik. 

KARŞILIKLI MÜCADELE SÜRECİ
Bu süreç, taraflar açısından karşılıklı olarak içinde mücadele edilen bir süreçtir. Hükümet çoğu zaman bu sürecin sürdürülüyor olmasını bile Kürt hareketine karşı bir yaptırım aracı olarak kullanmıştır. Kürt Hareketi’ni Türkiye’de silahlı mücadeleyi sonlandırmaya zorlamak bugün Hükümet açısından hem rakibine aşamalı olarak kendi politikaları açısından bir adım attırmak hem de seçimler öncesinde kendisine elverişli bir zemin sağlamak anlamına geliyor. “PKK’nin Türkiye’deki silahlı faaliyetlerini sonlandıracağı” ve bazen daha kestirme manşetlerle “silah bırakacağı” türden beklentilerin Hükümetin denetimindeki medya organları tarafından gündemde sıcak tutulması, seçimler öncesi AKP Hükümeti açısından ikili bir işleve sahip. Birincisi desteğini aldığı milliyetçi-muhafazakar kesimlerin gözünde İmralı ve Kandil ile kurulan diyalog köprüsünün önemine dair kanı oluşturmak. İkincisi de belli düzeyde desteğini aldığı Kürt oylarını çözüm yanlısı izlenimini sıcak tutarak korumak ve olabildiğince geliştirmek.

Hükümetin kendisini yıpratarak güç kazanmaya çalıştığını gören Kandil de, bu “Düşük Yoğunluklu Diyalog Süreci”ni, kendi açısından doğru kullanmak için kazandığı mevzileri korumaya ve geliştirmeye çalışıyor. Dün bu yazı yazılırken KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanlığından gelen açıklama da bunu gösteriyor. 

KCK’NİN AÇIKLAMASI VE SÜRECİN RİTMİ
Yapılan açıklamada, süreç konusunda AKP Hükümetinin hiçbir adım atmadığı belirtilerek, “AKP’nin bu tutarsız ve müzakereye gelemeyen politikaları nedeniyle süreci ve AKP’nin yaklaşımlarını ciddi biçimde sorgulama hakkımız doğmuştur. Şimdi hareket olarak böyle ciddi ve kritik bir sorgulama ve yeni kararlar alma aşamasındayız” deniliyor. Açıklamada Selvi gibiler ve Hükümetin denetimindeki yayın organlarının bu konudaki tavırlarına da yer veriliyor: “Kendine yakın basın ve medya organları üzerinden algı yaratmaya ve yönetme politikasını ısrarla sürdürmektedir.”

Elbette bu açıklamada yer alan “bitme noktasında” sözünü heyecanla “süreç bitiyor” diye okuyanlar da olacaktır. Bu ‘düşük yoğunluklu süreç’, anlık açıklamalarla zıplayarak anlaşılamayacak bir ritme sahiptir. Nasıl ki, Hükümet seçimler öncesi kartları kendisini güçlendirmeye yönelik olarak karıyorsa, Kürt hareketinin de seçimlerde AKP’ye olası kaymaları engellemeyi öne alacak kontrollü bir gerilim politikası izlemesi siyasi mantık açısından yadırgatıcı değildir. 

Ancak bu sürecin devamı Kürt hareketi açısından demokratik barışçıl çözüm seçeneğine stratejik değer biçtiği için önemlidir. Ayrıca sürecin biçimsel olarak sürüyor olmasının bile Kobanê’ye müdahale planı gibi rezervleri frenleyici sonuçları gözardı edilmemektedir.
Çok özel bir yeni durumun ortaya çıkmaması halinde seçimler öncesinde iplerin kopması ve sürecin bittiğinin ilan edilmesi gibi bir gelişme beklenmemelidir. Ancak görünen bir gerçek varsa Hükümetin Öcalan’dan kendi elini güçlendirmek için kullanacağı bir açıklama çıkarmaya çabaladığıdır. Kandil de bu son açıklaması ile kendi durduğu yeri bir kez daha hatırlatmış oldu. Ve bir kez daha Öcalan’a olan bağlılığının altını çizerek.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa