19 Şubat 2015

Ümmetten cinnete

İnanmak istediklerimize inandırıyoruz kendimizi oysa gerçek, o denli yalın ki düşüncelerimizin başka başka olması, gerçeği gerçek olmaktan çıkarabilir mi? Sevinçlerimiz ve coşkularımız, zaferlerimiz, usançlarımız, yenilgilerimiz kadar benziyor birbirine. Hepimiz aynı suda yüzüyoruz çünkü. O suların üstünden geçen köprülerse bize güven veriyor. Ancak bu güven ve iyimserlik, ne acılarımızı azaltıyor ne bizi mutlu ediyor.
Her şeyin alabildiğine aşındığı bu yüzyılda geçmişin gümüş zırhını kuşanarak mutlu olmaya çabalamak da mutsuzluğun başka adı değil mi?
Yalancı mutluluklar mı kurtaracak günü? Bu sahtelik, bizi ne kadar yana yana tutabilir ki? İki kişinin yan yana yürümediği, yürüyemediği bulvarlar çoğalıyor günden güne. Bizi yalnız kılmak için bir başkası yetip de artıyor. Yalnızlaştırmak değil, kimsesizleştirmek istiyorlar. İnsansızlaştırmak…
Tek insanın çektiği acı, özgürlüğe atılan çentiktir. Acı çeken insanın da insanlığın da özgürlüğünden söz edilebilir mi?
İktidarlar; acıyı, öfkeyi ve kini kışkırtıyorlar. Onlar, ruhun maddeden daha kolay kırılacağını, daha kolay donacağını biliyorlar. Bunun için denekleştirdikleri büyük, sessiz çoğunluğa öfkenin ve cinnetin al atını kırbaçlatıyorlar.
Her şey küçümseniyor. Yaşamın hiçbir işe yaramadığı düşüncesi, ona olan inancımızı törpüleyip eritiyor. Yaşamın karşısına başka bir yaşam koyanlar bile bir alt kültür ögesi oluveriyor.
Yeşiller, savaş karşıtları, feministler, insan hakları savunucuları, dernekler, odalar, sendikalar da toplumsal yalnızlığın kuyusuna düşebiliyor. İnsan, burada da yalnızlaşabiliyor. Hiçbir toplumsal oluşum, insanın evrensel yalnızlığından söz etmiyor çünkü. “Büyük insanlık” ülküsü, toplulukların ruhunda eriyerek bireyin mutlak özgürlüğünü yok ediyor.
Bu kara, acımasız düzene karşı verilen savaşın, bireyi iktidarlar karşısında özgürleştirip “özne”leştirmesi beklenirken onu sistemin bir nesnesi kılabiliyor. “Ben” yüceltilmediği için de hiçbir acısı, yenilgisi, yası sağaltılamıyor ve insan kendine ve topluma yabancılaşabiliyor. kendinin ötekisi olabiliyor. Böylece aydın, kendi yalnızlığını ekip biçiyor.
Aydınların bu yabancılaşmasının yanı sıra, ülkesinde olup bitenlere öldürseniz aklı ermeyecek büyük, sessiz çoğunluksa gizli bir gücü oluşturuyor. Düşünmeye, sorumluluğa karşı bu gizli, örtülü siyasal güç toplumsal düzene yön verebiliyor. İktidarlarla kol kola girebiliyor.
Futbol taraftarları, din tutucuları, lotaryacılar, faizciler… Gündelik hercümerç içinde oyalanan bu “mutlu çoğunluk”, toplumsal aşınmayı daha da hızlandırıyor. Bu çoğunluk, işsizler derneklerinde, spor taraftarları derneklerinde, cami yaptırma derneklerinde aynı anda ümmetten cinnete gidip gelen gizli ve ilkel yeni bir iktidar oluşturuyor.
Acı ve öfke, bu çoğunlukla sokakta, evde, işyerlerinde kışkırtılıyor. Aydınların payına ise  yalnızlık ve mutsuzluk düşüyor. Bu durumda, bu yalnızlıktan kurtulmak için aydınların yan yana gelerek vicdanlarını örgütlemelerinden başka bir yol görünmüyor önümüzde.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yoksulluk sınırı kırmızı çizgi

Yoksulluk sınırı kırmızı çizgi

600 bin işçiyi kapsayan kamu toplu sözleşmesi görüşmeleri dün başladı. Ek iş yapmadan geçinemez hale gelen işçilerin temel talebi yoksulluk sınırının üzerinde ücret. Kamuda 4 ayrı kuşaktan savunma sanayi işçilerinin aktardığı deneyimler de taleplerin ancak birlik olup, mücadeleyi göze alınca kazanılabildiğini gösteriyor.

Ücretler yoksulluk sınırının üzerine çıkarılsın

Vergi kesintileri yüzde 15’le sınırlı tutulsun

İkramiye ve ek ödemeler vergi kesintisi dışında bırakılsın

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Mardin’de kayyım 3 ayda 301 işçiyi işten attı.

Evrensel'i Takip Et