Biçimsel demokrasi teknik sınırlarına ulaşmıştır

İç güvenlik tasarısının Meclis görüşmeleri iki şeyi açıkça ortaya koymaktadır. Birincisi, AKP iktidarının 14 yıldır sistematik biçimde uyguladığı siyasal istismarın nirvanasına ulaşması, ikincisi ve çok daha önemlisi ise biçimsel demokrasinin artık teknik sınırlarına ulaşmış olduğudur.
AKP, tıpkı bugüne kadar olduğu gibi, aslında hesap vermesi gereken pek çok hadiseyi bu tasarının “gerekçesi” haline getirmiş, öyle lanse etmiştir. Serap Eser’in ölümünden tutun da (Eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin molotof atanın istihbarat elemanı olduğunu açıklamıştır), siyasal iktidarın “misliyle karşılık” politikası sonucu 6- 8 Ekim’de kaybedilen tüm hayatlar bu yasaya alet edilmektedir. Plakasız akrepler ve numarasız kasklarla işlenen polis cinayetleri sonrası kimlik tespiti derdi olmayan siyasal iktidar, halkın biber gazından korunma çabasını bile kimlik tespitine mani olduğu gerekçesiyle “suç” saymaktadır.
Siyasal iktidar; toplumsal muhalefeti bütünüyle “makul şüpheli” haline getiren, valilere savcılık yetkisi veren ve polisin silah kullanma yetkilerini genişleterek doğrudan infazlara yol veren bu tasarıyı “molotof ve bonzai” bahanesiyle savunmaktadır. Ancak HDP’nin bonzai ve molotofla ilgili düzenlemelerin paketten ayrılarak derhal yasalaştırılması teklifini ise reddetmektedir. “Ekmek alan çocukları polisten kim koruyacak” sorusuna verilen “hukuk devleti” cevabı ise sadece aklımızla değil acılarımızla da alay etmektir.
Tasarı henüz yasalaşmadan birçok muhalif göz altına alınmış, baro başkanlarından muhalefet milletvekillerine kadar tasarının yasalaşmasına karşı çıkan herkesin “suç işleme eğilimli kişiler” olduğu ilan edilmiştir. Ancak bu tasarının esas ayırd edici yanı parlamentoda yaşananlardır.
Şöyle ki; piyasa düzeninin belirlediği sınırlar içinde tanımlanan bir “demokrasi” anlayışının başta işçi direnişleri olmak üzere toplumsal muhalefeti kriminalize etmesi de, bunu devlet şiddeti ve polis gücüyle bastırması da yeni bir şey değildir. Halkın siyaset alanını oy verme işlemiyle sınırlayan bu anlayış, kendisine yöneltilen eleştirilere karşı ise daima parlamento muhalefetine gönderme yapar. Nitekim AKP iktidarı da yöneltilen dikta eleştirilerine her defasında “Meclis çalışıyor” diye karşılık vermektedir. Çünkü parlamento; siyasal iktidarın  çoğunlukçu bir dayatma ile muhalefet iradesini etkisizleştirebildiği,  bunu yaparken de onların varlığı ve biçimsel söz hakkı üzerinden kendine siyasal meşruiyet tesis edebildiği yegane alandır.
Ancak TBMM’de geçtiğimiz salı gününden beri yaşananlar, AKP iktidarının artık biçimsel demokrasiye bile tahammülü olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Bırakın toplumsal muhalefeti, AKP iktidarı artık parlamento muhalefetini bile “provokasyon” diye nitelemeye başlamıştır. Muhalefet vekillerinin sadece temsil ettikleri irade değil, doğrudan varlıkları yok sayılmaktadır.
Başlığı “güvenlik” olan bir tasarının görüşmeleri esnasında birçok milletvekili yaralanmış, kadın vekiller önce darp edilmiş ardından cinsiyetçi saldırılara maruz kalmıştır.
Muhalefet vekillerinin günlerdir kanıyla, canıyla gösterdiği direniş çoğunlukçu diktayı engelleyemese bile deşifre etmek bakımından çok kıymetlidir. HDP’li vekillerin cumartesi gecesi boyunca sürdürdüğü sivil itaatsizlik eylemi ise siyasal iktidarın güvencesi durumundaki biçimsel demokrasinin sadece toplumsal muhalefetle değil, parlamento çatısı altında bile aşındırılabileceğinin umudu olmuştur.

Evrensel'i Takip Et