Üçüncü Dünyacı para politikası
Fotoğraf: Envato
Burjuvazinin temel programı olan orta gelir tuzağından çıkamayacağı ve ekonomiyi daha fazla büyütemeyeceği ortaya çıkmış olan AKP, iktidarda kalabilmek için içeride baskı rejimi ve dışarıda ufak serüvenlerle topu döndürmeye çalışıyor. Ama nafile. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın da dahil olduğu “yüksek faizcileri” vatan haini ilan ederek büyük sanayi burjuvazisini açıkça hedefine koydu. Ama sadece “TÜSİAD’ın İstanbul dükalığı” değildi hedefteki. TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu da G-20 ülkelerinin toplantısında Ali Babacan’la beraber Başçı’yı övmüştü. Erdoğan, Suudi Arabistan’a ayrılmadan önce yaptığı açıklamada ihanet suçlamasını getirerek İç Güvenlik Yasası’nın Mecliste olduğu bir dönemde ağır bir baskı uyguluyor. Bunun nedeni ülkenin halihazırda ekonomik bir krize doğru sürüklendiği, ancak kredi sağlanıp, para döndüğü için adına henüz kriz denilmeyen bir süreçte olmasıdır. Erdoğan’ın en azından seçimlere kadar krediyi sağlayabilmesi iktidarı açısından hayati önemdedir. İhanet suçlamasına kadar hükümetteki Babacan ve Erdoğan çizgilerinin çatışmasını, sonuçta Erdoğan’a rağmen AKP’nin uyduğu bir ekonomik programın varlığına kanıt olarak değerlendirmek mümkündü. Ancak son gelişmeler gösteriyor ki, Erdoğan’nın uzun vadeli hedefi olan ve adına “başkanlık sistemi” denilen bir rejimin kuruluşu için gerekli olan kısa vadeli taktikler burjuvazinin uzun vadeli programına aykırı işlemektedir. AKP’nin 12 yıllık iktidarı boyunca ucuz kredi sağlayabildiği yıllarda bu programatik ayrışma telafi edilebilirdi. Lakin, ABD’nin para politikalarıyla bu dönemin sonuna gelmiş bulunuyoruz. Daha önce Bretton Woods sistemini yıkarken yaptığı gibi ABD yine petrol fiyatları üzerinden dünyadaki ekonomik liderliğini pekiştirecek hamleler yapıyor.
Erdoğan açısından sorun şudur: Sermaye akışının serbest olduğu bir ekonomik rejimde hem para politikasını hem de maliye politikasını aynı anda kontrol edemezsin. İktisatçılar buna Mundell-Fleming Modeli derler. Neoliberal kapitalizm para politikasını bağımsız farzedilen merkez bankalarına ve bunların konsorsiyumuna bırakırken, maliye politikasını devlet eline verir ki sermaye dilediği gibi gezsin dolaşsın. Avrupa’daki kemer sıkma politikaları bu maliye politikasının ürünüdür. Türkiye, Avro bölgesinde olmamanın verdiği avantajla kredi kıtlığı yaşamadı bugüne kadar. Ancak hükümetin siyasi kredisi hem iç hem dış politikada giderek düşmekte ve bu Türkiye’ye verilen borcun maliyetini ister istemez yukarıya çekmektedir. Bu durum devletin rant dağıtımı yoluyla zenginleştirdiği ilkel birikimci burjuvaziden ziyade sanayii burjuvazisini etkilemektedir. Avrupa sanayiiyle bütünleşmiş büyük burjuvazinin, AB hedefinden gittikçe uzaklaşan, NATO çizgisinden çıkan ve Batı ittifakındaki yerini tehlikeye atan girişimlerden duyduğu rahatsızlığını herhalde belirtmeye gerek yok. Büyük burjuvazinin programına göre orta gelir tuzağından çıkmak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne girmekten daha makul bir hedef.
Burjuvazinin programına göre orta gelir tuzağına düşmemek için Türkiye katma değeri yüksek ürünler üretmeli, yani üretkenliği arttırıcı yenilikler yapmalı. Bunun için de yaratıcılığı geliştirecek şekilde eğitime yatırım yapmalı. Böyle reformların olgunlaşma vadesi uzundur. Bugün böyle politikaların etkisini görebilmek için AKP bunları iktidarının başında, 12 sene önce hayata geçirmeliydi. Öyle bir durumda bile bu politikaların arzu edilen sonuçları verip vermeyeceği tartışmalıdır. Zaten gelinen noktada bu tartışma bile abes olmuştur. Burjuvazinin amiral gemisi Hürriyet’te Erdal Sağlam köşesini şöyle bitiriyor: “Erdoğan’ın baskın olduğu hiçbir seçenek, bence ekonomik açıdan artık umut vermiyor” (02.03.2015). Abdurrahman Dilipak ise isyan etmiş: “Bir yandan ‘dünya 5’den büyüktür’ diyoruz, sonra da kapitalist sisteminin çarkını yağlamaya devam ediyoruz” (T24, 28.02.2015). Bu kış komünizmin gelmesinden korkmuyorsanız, Dilipak’ın ifade ettiği “dost ülkeler için ciddi bir model oluşturabilmek” hedefinin aslında Putin’in oluşturduğu modeli takip etmek olduğunu anlarsınız. Putin diplomasisi NATO içindeki farklı çıkarları birbirine karşı kullanmaya çalışıyor. Almanya ve Fransa, ABD ve Rusya gibi iki nükleer gücün Ukrayna’da bir vekalet savaşına girmesini en ciddi güvenlik sorunu olarak görüyor. ABD ise Ukrayna hükümetine bağlı güçleri eğitip, donatarak Rusya’nın güçlerine karşı desteklemeye istekli. Avrupa ve ABD arasındaki bu farklılığa bir de Erdoğan’ın Üçüncü Dünyacılığının eklenmesinin NATO’ya etkisi ne olur hep beraber göreceğiz. Ancak unutmamalı: Anti-kapitalist olmayan bir kapitalizm eleştirisi ancak sınıf atlamayı hedefler, sınıf sömürüsünü ortadan kaldırmayı değil.
- Türkiye-Suriye ilişkisi 18 Aralık 2024 04:58
- Ortadoğu’da yeni döneme girerken vaziyet 11 Aralık 2024 04:32
- Lindner’in komplosu ve Almanya’da seçimler 27 Kasım 2024 04:40
- Trump'ın zaferi: Enflasyon algısı ve 2008 sonrası aile şirketleri 13 Kasım 2024 04:08
- ABD’de seçimler ve yeni saflaşma 06 Kasım 2024 04:51
- Yeni Yeşil Düzen’in sergüzeşti 30 Ekim 2024 04:35
- Tırmandırarak gerilimi azaltmak 02 Ekim 2024 04:16
- AfD’li sınıf fraksiyonları ve aile/cinsiyet politikaları 11 Eylül 2024 05:03
- Saksonya ve Thüringen'de seçimler 04 Eylül 2024 04:30
- AfD'nin aile politikası 28 Ağustos 2024 04:15
- Thüringen'de nüfus, aile ve siyasi eklemlenme 21 Ağustos 2024 04:39
- Taşra ve siyasi kültür: Doğu Almanya'da seçimlere doğru 14 Ağustos 2024 04:22