06 Mart 2015 01:07

‘Yukarıdaki kavga’nın faturası ne?

‘Yukarıdaki kavga’nın faturası ne?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Doların TL karşısındaki önlenemez yükselişi sürüyor.

Dün, 2.60 TL’ye dayanan doların artık her gün yeni bir zirve denemesi bile kimseyi şaşırtmıyor.
Cumhurbaşkanı ile Hükümetin ekonomi yönetimi ve MB arasında, “faiz mi enflasyonu körükler yoksa enflasyon mu faizi kışkırtır”; “doların TL karşısında değer kazanması mı iyidir yoksa tersi mi”… tartışması sürerken, son iki ayda dolar yüzde 12 arttı; faizler de yüzde 6.7’den 8.7’ye yükseldi. Enflasyonda “hedef enflasyon” yüzde 5.5 iken (Maaşlara ve ücretlere zamlar, beklenen enflasyona bağlı yapılıyor) şubat ayı itibariyle 7.55’e varmış bulunuyor.

Bu majesteler arasındaki çatışmanın halka maliyeti; ekonomiye 90 milyar TL’lik yük, asgari ücretliye, emeklilere, tüm emeği ile geçinenlere; başlıca tüketim maddelerine zam, düşük ücret, işsizlik ve yoksulluğun artması olarak yansıdı.

Metal iş kolunda grevlerin yasaklanması, genelde işsizliğin yüzde 10.5’e, genç işsizliğinin yüzde 19, üniversite mezunları arasındaki işsizliğin yüzde 25’e dayanması da bu çatışmanın faturasıyla bağlantılıdır.
Gıdadaki enflasyonun yüzde 16’yı bulduğu dikkate alındığında; emekçiler için enflasyonun resmi enflasyonun iki katına yaklaşmasını son iki ayda et fiyatlarındaki artışın yüzde 30’u bulmasını, meyve ve sebze fiyatlarının hızla artmasını ülkeyi yöneten merkezi ve yerel yönetimlerin umursamaması bu çatışmanın faturası olarak önümüzdedir.

İşte biz bu tartışmalarda ‘ne nereden kaynaklanıyor’ diye kafa yorarken Amerikan Forbes Dergisi, her yıl yaptığı gibi, 2014’ün milyarderlerinin listesini açıkladı. 2013’te bu listede 24 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı varken 2014’te bu sayı 32’ye yükselmiş! Yani ülke ekonomisinde büyüme ve ihracat aşağıya yönelmiş, gerçek ücretler düşüp işsizlik ve yoksulluk artarken, Türkiye’deki milyarderlerin sayısı yüzde 33.3 artarak 24’ten 32’yı çıkmış!

Bu da açıkça gösteriyor ki; ekonomi büyürken daha çok büyüyen en zenginler, ekonomik büyüme düşerken bile servetlerine servet katmaya devam etmektedir. 

Bundan da açıkça anlaşılıyor ki sistem, zengini daha zengin etmek üzere ayarlanmış bir emme basma tulumba olarak çalışmaktadır.

Evet devletin en yüksek katlarında Cumhurbaşkanlığı, Hükümet, MB, patron örgütlerinin sözcüleri, basın, ekonomistler, akademisyenler arasında kıyasıya bir çatışma vardır. Öyle ki Cumhurbaşkanı ve MB arasında görünen klikler çatışması Hükümeti bile “tehdit eder” düzeye yükselmiştir. Çünkü “pasta” küçüldükçe “kurtlar sofrası”ndaki kavga da daha sert, daha acımasız olmaktadır.

Ne var ki, bu kapışmanın faturasını ödeyecek olan işçi sınıfı ve her sektörden emekçiler; bu çatışmayı kendilerini hiç ilgilendirmeyen ama destekledikleri partilerin kavgası olarak seyredip taraflardan birisini ya da ötekini destekliyorlar.

Oysa emekçiler bu kavgada taraftır ama devletin üst katlarında kavga eden büyük sermayenin sözcülerinin tarafı değil, kendi çıkarlarının ifadesi olan talepler için taraftırlar. Bu yüzden de “yukarıda” kavga eden tarafların her ikisine de karşı halkın, işçi sınıfının çıkarlarını savunmak için taraftırlar. Burada olağan olan, burada en önemli görevin sınıfın örgütlü kesimi olan sendikalara düşmesidir. Ama sendikaların durumu da ortadadır ve bu büyük paylaşım kavgası, en azından Türk-İş, Hak-İş, Memur Sen gibi Hükümetin kuyruğuna takılan sendika merkezlerinin gündeminde değildir. Bu yüzdendir ki, bugün elbette az çok mücadele içinde olan sendikalara, mücadeleci sendikacılara önemli görevler düşmektedir. Ama sendikalı ya da sendikasız az çok örgütlenme ve hak mücadelesi içindeki sınıfın ileri kesimi dediğimiz kesimine, sınıf partisine, sınıf dostu çevrelere önemli görevler düşmektedir.

Burada elbette bu görevlerin en önemli yanlarından biri, işçilerin, emekçilerin olup bitenleri anlaması için gerçekleri açıklama görevidir ama öte yandan da “yukarıdaki” çatışmanın faturası olan yükün kabul edilmeyeceğinin ifadesi olan talepleri belirlemek ve bunların elde edilmesi için sınıf güçlerini harekete geçirmektir. 

Ki, bu yılın 250 bini aşkın kamu işçisinin (görüşmeler 1 Mart’ta başladı) ve 3 milyona yaklaşan kamu emekçisinin TİS yılı olduğu dikkate alındığında TİS taleplerinin işçilerin emekçilerin talepleri olarak oluşturulup yaygınlaştırılması ve sürdürülecek mücadelenin kararlarının geniş emekçi çevrelerde tartıştırılarak alınması son derece belirleyici olacaktır.

Mücadelenin bu yanını önümüzdeki günlerde yeniden yeniden tartışacağız. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa