Derbiden sonra aklımıza düşenler...
Fenerbahçe-Galatasaray arasında beklenen derbi hafta sonu oynandı. Oyun ve sonuç açısından bakılırsa Kadıköy cephesinde yeni bir şey yok. Galatasaray’ın Kadıköy’de kazanamama serisi 16. yılını bitirip 17. yılından gün aldı. Tek golle kazanan Fenerbahçe son vuruşlarda biraz daha başarılı olsaydı bugün çok daha açık bir skor üzerine konuşuyor olacaktık. Teknik, taktik ve skor açısından belki çok “yeni” bir şey yoktu ama maç öncesi, esnası ve sonrasında yaşananlar, memleket futbolunun içine düştüğü bataklığı bir kez daha gözümüze gözümüze soktu.
Yerimizin el verdiği ölçüde kısa kısa notlar geçelim.
Anayasaya ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı olduğu gerekçesiyle halen Anayasa Mahkemesinin önünde beklemekte olan “passolig” uygulamasını meşrulaştırmak için bize ne söyleniyordu? “Passolig” futbolda, karaborsayı, küfürlü/kötü tezahüratı ve saha olaylarını engelleyecekti değil mi? Bunların yalan olduğunu haftalardır yazıyoruz. Derbiyle birlikte bu yalan, eğer bir sıralama yapılırsa “Kabataş” yalanından sonra memleketin ikinci büyük yalanı sıralamasına yerleşmiştir herhalde. Yasal biçimde passolig üzerinden bilet transferiyle gerçekleştirilen karaborsa bilet piyasasında son gün derbi biletleri 3 bin 500 TL’yi gördü. Passolig karaborsayı engellemek bir yana piyasanın en büyük “karaborsa” aktörüne dönüştü. Maçtan sonra ise kötü tezahürat ve saha olayları nedeniyle her iki takım da disiplin kuruluna sevk edildi.
Yani ne karaborsa, ne kötü tezahürat ne de saha olaylarını engelleyemeyen “passolig” sadece Çalık Grubunu daha da zengin etmek için diretilen bir enstrüman mı sorusu önümüzde net olarak duruyor.”Hayır” diyenler bilin ki hâlâ yalan söylüyor ve “passolig”den sponsorluk parası alıyordur.
Devam edelim…
Saha içinde “hakim” konumunda olan ve adalet dağıtması gereken hakemlerin, TFF ve yayıncı kuruluşun manipülasyonuna açık olduğu, çifte standartlı maçlar yönettiği, en iyi ihtimalle de formsuz oldukları konusunda sayısız yorumlar yapıldı, yapılacaktır da. Bu eleştiriler karşısında, TFF ve medyanın, saygınlığı yerlerde olan hakemlik müessesi içinde en çok yıldızını parlattığı kişi ise Cüneyt Çakır’dır. Memleket hakemliğinin “yüz akı” ve “yurt dışındaki” imajı olarak servis edilen Çakır, kendisine vehmedilen bu niteliklerle nedeniyle derbilerde de en çok görev alan hakem konumundadır.
Peki, Çakır derbiyi nasıl yönetti?
Hakem eskilerinin ve yorumcularının tartıştığı ve uzlaştığı birçok pozisyon var ama sorun gerçekten tek tek pozisyonlar değil bir bütün olarak oyunun Çakır tarafından yorumlanması. Vermediği ve verdiği fauller hata olabilir, son adam kuralını hiçe sayıp kırmızı kart göstereceği yerde sarı kart gösterebilir ve bunlara hata denilebilir. Ancak, “sohbet” ede ede 3 dakikada kurdurduğu bir barajdan ve sakatlık sonrası sahaya giren sağlık görevlileri herkesin gözünün önündeyken ilk yarıyı sadece “bir” dakika uzatmasının mantığını anlayabilen var mıdır? Eğer gerçekten, medya ve TFF’nin parlattığı gibi memleketin en iyi hakemi Çakır ise futbolun geleceği için karamsarlığımızın artmasına şaşırmamak gerekiyor.
Son olarak derbi sonrası memleket spor medyası bir kez daha geldiğimiz düzeyi, hitap eden ve hitap edilen kitlenin zeka seviyesini, memlekette nasıl bir “akıl tutulması” yaşandığını sergiledi. Maçın 10. dakikasında Burak Yılmaz’ın yaptığı aşırtma vuruş kalenin üstünden dışarı çıktı. Pozisyonun yan ve ön cepheden yapılan çekimlerinde topun açık bir farkla dışarı çıktığı görülürken kale arkası kamerasından yapılan çekimde top sanki havada bir kez daha “sekmiş” gibi bir görüntü oluşuyordu. Basit bir çekim hatası bir anda memleket spor medyasının en pespaye programlarının odağına yerleşti? İki gün boyunca, büyülü, perili stat muhabbetleri, “cinlere hükmeden hocalar”, telekineziyle top yönü değiştirme yöntemleri, “görünmeyen iplerle” yapılan komplo teorileri spor programlarının ana gündem maddesi oldu. Bunu kuşkusuz eğlencesine yapanlar da vardı, ancak geniş bir kitle ciddi ciddi bu tartışmayı yürüttü.
Sonuçta geçen dönemin başbakanına “telekinezi” yöntemiyle suikast yapılacağını iddia eden “sözde” gazeteci şu an cumhurbaşkanı danışmanı değil mi? Başbakana “telekinezi” yoluyla suikast yapılacağına inananlar, küçücük “meşin yuvarlağın” havada yön değiştireceğine inanmazlar mı sanıyorsunuz?
Derbi bitti, üç büyük takım ligin zirvesine dizildi, maçın öncesi ve sonrasını seyreden aklı başında her futbolseverin diline ise o güzel şarkının dizeleri düştü: “Kimseye etmem şikayet ağlarım ben halime, titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime”.
Evrensel'i Takip Et