Akademik teşvik programı, üretim ve bilimsel bilgi

Son birkaç yazıda bilim ve bilim politikalarını tartışmıştık. Türkiye’nin yetersiz de olsa bir bilim politikası olduğunu belirtmiştik. Bu politikanın özünde param varsa alırım, üretirim, yaparım gibi bilim ve insanlık tarihine ters yaklaşımların olduğunu da kısaca vurgulamıştık. Aslında bunun daha özcesi şudur: “Madem akıllısın neden paran yok?” Böylelikle üretici aklın sadece para kazanmaya özendirilmesi ve bu sayede bilimsel üretim yapılması amaçlanmaktadır.
Son günlerde yeni bir “akademik teşvik programı” ile ilgili resmi düzlemde tartışmalar ve taslak metinler gündeme düştü. Eğitim ve öğretime yönelik çalışmalar hariç diğer tüm çalışmaların belirlenen limitler dahilinde belirli puansal getirisi olacak ve bu puanlar üzerinden akademisyenin maaşına ek gelir söz konusu olacaktır. Çalışmalar kendi arasında ulusal ve uluslararası diye de ayrılmakta ve beklendiği gibi uluslararası olanlar ya da yabancı dilde yazılanlar daha çok puan ve dolayısıyla daha çok para getirmektedir. Bu uygulama sağlık kuruluşlarında uygulanan ve epey tepki toplayan performansa göre ücretlendirme sisteminin akademiye uyarlanmış halidir.
Akademiye geçmeden önce ana sınıfından başlayarak tüm eğitim-öğretimi Türkiye gerçeklerine uygun, demokrasi ve insan hakları temelinde yürütülecek tartışmalardan sonra görüş birliğine dayalı bir hale getirmenin gerek koşul olduğunu belirtmeliyim. Tamamen ezbere ve tekrara dayalı, test sınavlarına göre tasarlanmış, zorunlu din dersleriyle tahkim edilmiş, sanat/felsefe/temel bilim derslerini asgariye indiren, üretici bireyden çok “iyi tüketici” yetiştirmeyi hedefleyen “Milli Eğitim” Sistemini tümden değiştirmeden  “akademik teşvik programlarının” uygulanması milyonlarca liranın boşa harcanması anlamına gelecektir. Ayrıca var olan üretici potansiyel soğuyacak ve uzaklaşacaktır.
Akademi söz konusu olduğunda paradan önce eşitlik ve her anlamda özerklik söz konusu edilmelidir. 1982 Anayasasında “Herkes, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir. Yayma hakkı, Anayasanın 1., 2., ve 3. maddeleri hükümlerinin değiştirilmesini sağlamak amacıyla kullanılamaz; “… ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğüne aykırı olamaz” gibi ifadeler/maddeler var oldukça araştırma, ifade ve yayma özgürlüğünden, üniversitelerin özerkliğinden bahsetmek epey güçtür.
Üniversitelerin özerkliğinden bahsedemiyorsak hangi teşvik sistemini ya da programını uygularsak uygulayalım başarı şansımız çok azdır. Eğer bilimsel üretimi geliştirmek ve bilimsel bilgiyi edinmek istiyorsak önce Demokratik Cumhuriyeti amaçlayan çok yaygın bir tartışma yürütmemiz ve ardından da eşitliğin ve (idari ve mali) özerkliğin önündeki engelleri kaldırmamız gerekmektedir.
Altını çizerek tekrar belirtelim: 1. “milli eğitim sistemi” ülke genelinde yürütülecek tartışmalara bağlı olarak “Eğitim üretim içindir” ilkesine göre tümden değiştirilmelidir, 2. Bu değişim sürecinde hükümetler değişse bile programdan sapma olmamalıdır, 3. Yeni ve demokratik anayasa ile akademik araştırma/ifade/yayma özgürlüğü ile üniversitelerin idari ve mali özerkliği güvenceye kavuşturulmalıdır, 4. Türkiye’nin çok kimlikli yapısı eğitim/öğretim/araştırma süreçlerinde göz önüne alınmalıdır; kişinin ana dilinde eğitim alma hakkı yeni anayasada yer almalıdır, 5. Ülkenin bilim politikaları hükümetlerin ilgili bakanlıklarının insafına terk edilmek yerine bu alanda uzmanlaşmış politika yapıcıların kararları doğrultusunda oluşturulmalıdır.
Sonuçta, bilimsel üretim/bilgi de diğer temel meseleler gibi bir demokrasi meselesidir. O halde “akademik teşvik programı” yerine demokratik anayasa ve demokratik cumhuriyeti hedefleyen çalışmaları özendirmek ve bu yolla üniversitelerin tam özerkliğini sağlamak daha akılcıdır ve daha ekonomiktir. Teşvik programı kısa vadede birilerine para kazandıracaktır ama uzun vadede ülkeye bir şey kazandırmayacağı gibi var olan sorunları daha da karmaşıklaştıracaktır.
Sanayi üretiminin şu anda son iki yılın en düşük seviyesine inmesi ve ekonomik krizin kapıda belirmesi de kuşkusuz yukarıda tartıştığımız konularla ilintilidir. Çözüm katılımcı demokrasidedir şüphesiz!

EVRENSEL'İNMANŞETİ

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
RTÜK Başkanı “Ülkemizde olumlu olaylar olmuyormuş gibi haber servis ediliyor” deyip ‘yandık’, ‘bittik’ haberleriyle karamsarlık aşılandığını savundu, ceza tehdidinde bulundu.

Evrensel'i Takip Et