12 Mart 2015 01:00

Bin yılların zincirlerini kırmalıyız

Bin yılların zincirlerini kırmalıyız

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Kadın mağduriyeti” son yıllarda-on yıllarda sadece ilerici, demokrat ve devrimci kesimlerin değil, burjuva fraksiyonlarının, sermaye partileri ve hükümetlerinin de gündemine daha fazla girdi. Kadının, erkek cinsi karşışındaki ezilmişliğine ve “ikincil cins” olarak “mülk edinilmesi”ne öfkesinin büyümesi bu ilginin başlıca etkeni oldu. AKP, örneğin toplumsal tüm sorunların istismarına benzer biçimde, kadın cinsini önce etnik köken, gelenek-görenek ve inanç biçimleri üzerinden ayrıma tabi tutarak, kadın sorununu Sünni mezhep ve tarikatlarından bir bölüm kadının sorununa daraltırken, Türbanı “Başörtülü kadınların” sorununa genişleterek, “kadına özgürlük”ten yana olduğu izlenimi yaratabildi. Bin yılların kadın cinsini içine hapsettiği ilişki biçimleri ve düşünüş tarzlarının oluşturduğu kabusun bugüne taşıyıcısı bir  iktidar için bu bir başarıydı. Başörtülü-başörtüsüz kadın ayrımı üzerinden başörtülüleri “makbul”, başörtüsüzleri “ahlaken zayıf” gösteren kültürü daha fazla yaygınlaştırdı ve ona güç veren politika ve propagandanın ısrarlı sürdürücüsü oldu. Böylece o, dünya ölçeğinde yükselmekte olan ‘kadın hakçı‘ hareket ve akımın rüzgarını da ardına alarak “kadın mağduriyeti”nin yarattığı tepkiyi; bu mağduriyetin kaynağı olan toplumsal ilişkiler ve dünya görüşünün temsilcisi olmasına rağmen, oy desteğine dönüştürüp yararlanabildi. Bu o denli böyledir ki, şimdi,-12 yıllık Erdoğan iktidarının sonunda, iktidarın politikalarını onaylamayıp ona tabi olmayı reddeden kadınlar, ister “başörtülü muhafazakar”, isterse  başörtüsüz, laisist vb. olsun, “anneliğin değerini bilmemek”; “fıtrata uygun davranmamak”, “ahlaksızlık yapmak” gibi Erdoğancı küfrün hedefi oluyorlar. Kadının cins olarak ezilmesini ve baskı altında tutulmasını, bu cinsin belirli bir bölümünün hakları ve mağduriyetlerine sıkıştıran; ve kadın oldukları için onları da erkekle asla eşit olamayacak sayan bir parti ve iktidar gücü, ataerkil önyargı ve eşitsizlik hukukunu  “ahlak” edinerek tüm kadın cinsine ve erkek emekçilerin tümüne sermaye ve emperyalist gericiliğin çıkarlarını dayatmasına rağmen, bu bölünmeyi başarmış olması nedeniyle,  bin yıllardır sürüp gelen ve sürmekte olan bu toplumsal kabus halini ayakta tutabiliyor. Oysa, bu yıkılmalıdır!  
Kadın-erkek eşitliği, kadın özgürlüğünün tüm toplumsal engellerinin ortadan kaldırılmasını gerektiriyor. Erkek şiddeti ve eşitsizliği miras edinmiş erkek “ahlakı”nın, sömürü ve kölelik koşullarını örten çirkinliği, kadının dikkati ve uyanışının sınırını erkek karşıtlığıyla boğma gibi bir işlev de görüyor olması, kadın-erkek tam hak eşitliği ve kadının üzerindeki baskının ortadan kaldırılması için, erkek emekçinin daha güçlü ve yaygın mücadelesini gerekli kılmaktadır. Her ne kadar, şiddet, dört bir yandan kuşatılmış kadın ve erkeği, eş, baba, kardeş, eski eş, nişanlı erkek baskısının çeşitli biçimlerine yoğunlaştırmış ise de, bu barbarca ve aşağılık anlayış ve eylemi de sonlandırmak için, içinde tutulduğumuz/bulunduğumuz iktisadi-toplumsal ilişkileri ve bu ilişkilerin şekillendirdiği düşünce ve eylemleri sonlandırma hedefinde birleşmeliyiz. Sömürüyü bir ilişki biçimi; emek ile sermaye arasındaki bir ilişki olarak almayan; ve onu evdeki erkek ile kadın arasındaki ilişkiye indirgeyerek hedef saptıran; böylece kapitalist emek gaspını; kadın ve çocuk emeğinin ucuz işgücü olarak sömürü mekanizması alanına çekilmesini kadın emekçinin dikkatinden kaçıran anlayışlar, kadının kurtuluş mücadelesi ile kadın-erkek proleter ve emekçi kitlelerinin sömürüden kurtuluşu arasındaki ilişkiyi görmezden gelerek, bu mücadeleyi zayıflatıyorlar.
Oysa, 8 Mart dolayımıyla gündeme getirilen taleplerin içeriği, kadın sorununa emekçi bakışını açıklar özelliktedir: “Ücretler yükseltilerek çalışma saatleri düşürülsün, tam istihdam, herkes için güvenceli iş, güvenceli yaşam, eşit işe eşit ücret”; “ part-time çalışma dayatılmaksızın, hak kaybı olmaksızın kadına ve erkeğe çocuk bakım izni”; “çalışma süresinin günde 7, haftada 35 saate indirilmesi; kapatılan kamu kreşlerinin açılması; en az 50 işçi çalıştıran kamu/özel tüm iş yerlerinde parasız, bilimsel ve laik, ana dilinde eğitim veren kreşlerin açılması”;”tecavüzcülere, kadın katillerine arka çıkan yargı kararlarına, eril şiddeti besleyen muhafazakar söyleme karşı devletin altına imza attığı ‘Sözleşme’lerin uygulanması”; ayrımcı, baskıcı ve şiddet içeren tutum, politika ve söylemin son bulması, devlet yöneticilerinin kadın yaşamını cendereye almaktan vazgeçmesi, kaç çocuklu olacaklarına ana-babaların karar vermesi, giyim, doğum, kürtaj sorunlarının istismar edilmemesi, vb., vs.
Ezilen, baskıyla sindirilmek istenen, erkek cinsine ve kurulu gerici düzenin ahlaksızlığı ve kurallarına uymakla sorumlu tutulan emekçi kadının mücadelesinde bu talepler önemli bir yere sahiptir.  Milyonlarcası aylık 35 dolara çalıştırılan Hintli, Bangladeşli, Pakistanlı, Vietnamlı, Çinli kadınlar; milyonlarcası “ya ölüm, ya da bedenin” diye alçaklıkla alınıp-satılan, meta olarak kullanılan çocuk yaşta kız ve erkekler; savaşların kıydığı; tecavüzün, tacizin, ucuz işgücünün  malzemesi milyonlarca kadın, kapitalistlerin, hükümetlerin ve burjuva devletlerinin sopası, kurşunları, işkenceleriyle yıldırılmak istenenler, Kürt direnişinin, Filistin kahramanlığının yüzakı kadınlar;  ‘Cumartesi Anneleri‘, işçi eşleri, ev işçileri, sendikasız, sigortasız kayıt dışı çalıştırılanlar; “kıyıcı bir çarkın dişlileri arasında” tutulan kadın ve erkekler, bu çarkı ve zincirlerini kırmalı, dişlilerini sökmeli, karanlığı dağıtmalıdırlar. Eşitlik ve özgürlüğün yolu buradan geçiyor. Kadın işçi ve emekçiler gelin hep birlikte bu baskı ve sömürü zincirini dağıtıp, kendi özlemlerimizi gerçekleştirmek için sömürüsüz ve baskısız bir dünyayı kurma mücadelesinde birleşelim. 8 Martların yiğit kadınlarına yaraşan budur!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa