Seçilmiş rektör
İstanbul Üniversitesi’ndeki rektörlük seçimini Prof. Dr. Raşit Tükel açık farkla kazandı.
Prof. Dr. Tükel, seçimi kazanamazsa atama sürecini beklemeksizin adaylıktan çekileceğini açıklamış ve tüm adayları da bu ilkede birleşmeye çağırmıştı. Nitekim kendisi, önceki dönem de aynı ilkeyi benimsemiş ve ikinci sırada tamamladığı seçimlerin ardından çekildiğini açıklayarak öğretim üyelerinin iradesinden yana tutum almıştı.
Ancak seçime katılan diğer adaylar bu yaklaşımı benimsemedi. Dahası kimi adayın propagandası “atanma garantili” olduğuna dayandırıldı. Hal böyle olunca, seçim tamamlandığından beri en fazla tartışılan konu da seçilmiş rektörün atanıp atanmayacağı.
Aslında bu yeni bir tartışma değil. 12 Eylül artığı YÖK düzeniyle de, onun rektör belirleme yöntemiyle de elbette bugün tanışmadık. Ancak bu kez durum farklı. Çünkü bu kez atama makamında meşruiyetin tek kaynağının ‘sandık’ olduğunu savunan hatta seçilmişliğin anayasal düzenlemeler dahil tüm kısıtlamaları etkisiz kılabileceğine inanan ve seçilmişe yönelik her türlü engellemeyi ‘darbecilik’ sayan bir Cumhurbaşkanı var.
Sandık dışındaki her yolu “gayrimeşru” kabul eden, “istikameti sadece sandık belirler” diyen, sandığı “demokrasi dışı arayışların panzehiri” ilan eden ve “sandık dışındaki her niyet açık şekilde demokrasiye, açıkça istiklalimize bir saldırıdır” diyen bir Cumhurbaşkanı belirleyecek kimin rektör olacağını.
Dolayısıyla Prof. Dr. Tükel’in rektörlük görevine başlayıp başlayamaması siyasal erk açısından tam bir meşruiyet sınavına dönüşmüş durumda. Erdoğan’ın 14 yıldır topluma dayattığı bakış açısı ve yukarıda alıntıladığımız sözleriyle ifade edecek olursak, vereceği karar ‘İstanbul Üniversitesi’nin istiklali’ meselesi.
Siyasal iktidarın yıllardır toplumsal muhalefeti bastırmak ve itibarsızlaştırmak için kullandığı “sandık demokrasisi” konusunda bugün alacağı tutum kendi meşruiyeti açısından çok önemli. Ancak Prof. Dr. Raşit Tükel’in temsil ettiği irade ve meşruiyetin sandıkla sınırlı olmadığının da altını çizmek gerekiyor. Prof. Dr. Tükel, ortaya koyduğu program çerçevesinde sade oy veren öğretim üyelerinin değil öğrencilerin ve oy hakkı olmayan tüm üniversite emekçilerinin de desteğini kazanmış durumda. Yapılan basın açıklamaları, başlatılan imza kampanyaları bunu açıkça gösteriyor. Akademik özgürlük, güvenceli çalışma ve toplumsal ihtiyaçları önceleyen yönetim ilkeleri çerçevesinde sağlanan bu uzlaşma; akademinin neo-liberal saldırganlığa karşı isyanının çarpıcı bir ifadesi de aynı zamanda. Sandık iradesinin “ötekiler”in iradesiyle buluştuğu gerçek bir demokratik ittifak.
Ayrıca bu ittifakın İstanbul Üniversitesi ile sınırlı olmadığı da biliniyor. 63 ayrı üniversiteye mensup yüzlerce akademisyen yayınladıkları “Umuda Davet” açıklamasıyla Prof. Dr. Tükel’in programını desteklerini açıkladılar.
Türkiye’nin siyasal gündemini yakından takip edenler bilir ki, İstanbul Üniversitesi bu ülkenin yansımasıdır. Bir başka ifadeyle, İstanbul Üniversitesi’nde ne oluyorsa Türkiye’de de o olur. Dolayısıyla emekten, toplumdan, özgürlükten ve yaşamdan yana ilkeler etrafında sağlanan bu uzlaşma gelecek açısından oldukça umut vericidir.
En önemlisi de; Prof. Dr. Raşit Tükel’in atanıp atanmaması, siyasal erkin karşılaşacağı muhtemel bir seçim yenilgisi durumunda nasıl davranacağını görebilmemiz bakımından son derece açıklayıcı olacaktır.
Evrensel'i Takip Et