Şuurun neresinde?
Yakın geçmişte gazetelerde çıkan bir habere göre, İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü, Şuurlu Öğretmenler Derneği adlı bir derneğin okullarda faaliyet yürütmesi için onay vermiş. Derneğin ilk etkinliklerinden biri öğretmen konulu kısa film senaryo yarışması... Derneğin web sayfası incelendiğinde milli görüş geleneğinin hakim olduğunu görmek mümkün. Kaliteli, direnişçi, cihat şuuruna sahip nesiller yetiştirmek derneğin amaçları arasında. Tek hak dininin ve hayat düzeninin İslam olduğu da vurgulanıyor derneğin tanıtım sayfasında. Derneğin yönetim kurulunda tek bir kadın üye var. Kurucular listesinde ise hiçbir kadın yok. İlginç bazı maddeler var dernek faaliyet listesinde... Adının çağrıştırdığı eğitim işlerini yapmakla birlikte yoğun bir satış, kiralama, ticari faaliyet de söz konusu. Bir şirket olarak kurulsa, borsada hisseleri bile alınıp satılabilecek düzeye gelir. Ticari faaliyetlerden büyük miktarda gelir elde etme potansiyeline de sahip yani... İncelenmeye değer bir sayfa ama sayfanın tamamını inceleyip özetleyecek değilim.
Dernek, Özgecan cinayetiyle ilgili olarak da bir açıklama yapmış. Esas olarak Özgecan cinayetinin sebeplerinin ortadan kaldırılması gerektiğini vurgulayan bir yazı. Kişiyi suça iten sebeplerin araştırılıp ortadan kaldırılması gerektiğini vurguluyor: “Özgecan cinayetinde katilleri bu suça iten, özendiren ve onlara öğreten sebepler vardır. Bunların başında ailenin bozulması, çarpık ilişkiler ve şiddet içeren dizi ve filimler gelmektedir. Özgecan cinayetinde sorumlu katillere en ağır ceza verilmesi gerekirken bu cinayetin benzerini film ve dizi senaryolarında katillere öğretenlerde cezalandırılmalıdır. Bu gün gelinen noktada bu cinayet ve şiddet ne ilk ve ne de son olacaktır.” (Cümle içindeki imla hataları bana ait değil, bu arada. Alıntı kurallarına uydum).
Genelde toplumda görülen şiddet olaylarında, adettendir, suçlananlar televizyon, filmler, dizi filmler, çizgi filmler falan oluyor. Yani dünyada olan bitenleri içeriğine yerleştiren eğlence ürünleri suçlanıyor çoğunlukla. Bunların bir kısmı sanatsal özelliklere sahip estetik ögeler içeren ürünler, bir kısmı ise sanatsal özelliğe de estetik özelliğe de sahip olmayan ürünler. Ama ne olursa olsun suçlanıyorlar. Sanki dünyada hiç şiddet olayı olmuyormuş, hiç insanlar kimlik uğruna, bir dava uğruna ötekini öldürmüyormuş, hiç tecavüz, soygun, vs. olmuyormuş ve bu olanlar da çocuklar, gençler ve yetişkinler tarafından izlenip örnek alınmıyormuş gibi, filmler, dizi filmler ve çizgi filmler seyredilince örnek alındığı iddia edilerek suçlanıyor bu ürünler. Yani olan şiddetin gerçeği, bizzat günlük hayatın içinde olan biten şiddet örnek alınmıyor da, şiddeti anlatan ve şiddeti araç olarak kullanan ürünler örnek alınıyor. Aynı mantığa göre, “Haberler” saatini de kaldırmak lazım gelebilir. Çünkü haber programlarında tüm kötülükler hakkında layıkıyla haber yapılıyor.
İnsanlık tarihi boyunca cinayetler işlenmiş, katliamlar, tecavüzler gerçekleştirilmiş, soykırımlar yaşanmış. Hem de defalarca... İnsanlık tarihi boyunca yaşanan bu kötülükler, filmler, dizi filmler, çizgi filmler, televizyon yüzünden falan mı olmuş? Televizyon ve sinema endüstrisinin, teknolojinin tarihi incelenecek olursa insanlık tarihiyle yarışmasının mümkün olmadığı aşikar. Filmler, dizi filmler, televizyon ve sinema endüstrisi olguları ayrıca ele alınıp bağlantılı olduğu sosyolojik, siyasi ve tarihsel dinamikler eleştirel analize tabi tutulabilir tabii ki... O, ayrı konu...
Diziler ve filmler, cinayeti, tecavüzü, şiddeti öğretir mi yoksa insan denilen, geçmişi şiddetle, savaşlarla, katliamlarla dolu olan varlığı yaptıklarıyla yüzleştirmekte aracı mı olur? İnsanın şuuraltına (bilinçaltına) attığı bazı dinamikleri ortaya çıkarma işlevi hiç olmaz mı bu ürünlerin? Yoksa işlenen katliamları, cinayetleri, tecavüzleri konu eden filmler ve dizi filmlerden rahatsız olmak bunlarla yüzleşmekten korkmakla mı ilgili? Bir film, bir dizi film toplumun içinden karakterlerle doludur. İnsan bu tür ürünlere maruz kaldığında, aslında parçası olduğu toplumun ya da kendisinin, kabul etmek istemediği, yüzleşmek istemediği özellikleriyle karşılaşır. Ve bundan hiç hoşlanmaz. Bu yüzden mi daha çok eleştirilirler bu ürünler ve bu yüzden mi kötülüklere neden oldukları sonucuna varılır? Aslında sonuç olabilecekleri düşünülmeden...
İnsanlık tarihine baktığınızda insanın bu kötülükleriyle o kadar çok karşılaşıyorsunuz ki, acaba o kötülükleri yaratan insan nelerden etkilenmiş? Dizileri ve filmleri bu katliamlar için sorumlu tutanlar insanlık tarihine baktıklarında ne görüyorlar, merak ediyorum. Mesela kendilerini görüyorlar mı? Cihat fikriyle işlenen cinayetler, başkalarının toprağını elde etmek uğruna yapılan savaşlar, sermaye savaşları, paylaşım savaşları, din savaşları, etnik savaşlar, paylaşılamayan kaynaklar, ticari çıkarlar uğruna, kimlik uğruna işlenen cinayetler... Saymakla bitmez. Amaçları arasına cihat fikrini, dava fikrini yediren bir dernek Özgecan’ın katledilmesine ilişkin bu yazdıklarında ne kadar samimi? Yaşanan şiddetin tarihsel, siyasal, toplumsal arka planına bakmadan, bunu hiç dikkate almadan, ahlakçı bir bakış açısıyla, toplumsal değerler ve genel ahlaki değerler gibi kavramların arkasına saklanarak yapılan eleştiri yerine oturmuyor. Üstelik toplumsal değerler ve genel ahlaki değerler, sözde bizi biz yapan kültürel değerler uğruna kadına şiddet yöneltilmişken...
Yapılan açıklamada olumlu olarak değerlendirilebilecek bir cümle var: “Hiçbir çocuk katil ve sapık doğmaz.” Gerçi arkasından gelen cümleler, yine, toplumun geleneksel yapısına, kültürel değerlere, ahlaki değerlere vurgu yapıyor ama bu cümle tek başına alınırsa anlamlı bir cümle gibi kabul görebilir. Hrant Dink’in eşi Rakel Dink’in sözlerini hatırlatıyor: “Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılmaz kardeşlerim…” Rakel’in dediği gibi... Karanlık, dipsiz bir kuyuda yatıyor şiddetin kaynakları... Şuuraltında... Şuuraltında yatıyor ama, ahlakçı söylemlerde, genel ahlaki değerler söyleminde, “evet, ama” söylemlerinde, cihat söylemlerinde kendini dışa vuruyor.
Evrensel'i Takip Et