Türkiye'nin karanlık günü!
Fotoğraf: Envato
2015’in 31 Mart günü, herhalde tarihe, Türkiye’nin “karanlık günü” olarak geçecektir.
31 Mart günü, “karanlık” bir gündü; çünkü Türkiye’nin tüm illeri (Elektriğini İran’dan alan Van dışında), saat 10.36’dan itibaren karanlığa gömüldü. Çünkü elektrik iletim sistemi çökmüştü!
31 Mart günü karanlık gündü; çünkü Çağlayan’daki Adliye Sarayı’nda iki DHKP-C’li, Berkin Elvan davasına bir ay önce atanan Savcı Mehmet Selim Kiraz’ı rehin almış, Berkin Elvan davasıyla ilgili taleplerde bulunmuşlar, bu taleplerin yerine getirilmemesi durumunda Savcı Kiraz’ı öldüreceklerini kamuoyuna duyurmuşlardı. Sonuçta, yapılan operasyonla Savcı Kiraz ve iki DHKP-C’li hayatını kaybetti. Cumhurbaşkanı ve Başbakan, başarılanın ne olduğunu söylemeseler de, polisin başarısını kutladı!
Kuşkusuz burada sözü edilen “karanlık” Türkiye’nin, belki de dünyanın en büyük elektrik kesintisinden esinlenilerek “karanlık”la bağlantılı olmasıdır ama aynı zamanda, aynı güne sığan “iki önemli olayın” üstünden geçen onca süreye karşın, neden ve nasıl olduğu, kimlerin hangi role sahip olduğunun karanlıkta kalmasıdır!
Evet, elektrik kesintisi bitmiştir ama bu “büyük afet”in nedeni hâlâ karanlıktadır!
Evet Adliyedeki rehine operasyonu bitmiştir ama polisin müdahalesinin nasıl olduğu Savcı Kiraz’ın kimin kurşunlarıyla öldüğü, Savcının ve eylemcilerin sağ olarak kurtulmasının mümkün olup olmadığı hâlâ “karanlıkta”dır!
Evet salı günü Türkiye en az beş buçuk-altı saat (Daha uzun zaman elektriksiz kalan bölgeler vardır) boyunca ülkenin elektriksiz kalmasının üstünden nerdeyse iki gün geçmiş olmasına karşın hâlâ bu büyük elektrik kesintisinin nedeni belirlenebilmiş değildir. Dahası salı günü 10.36’dan hemen sonra yapılan; “Bir santralin devreden çıkması ya da çıkarılmasıyla, domino etkisi sonucu”, “siber saldırı”, “terörist saldırı”, “yazılım sorun”, “iletim hatlarının bakımsızlığı”, “Özelleştirmeden gelen sorunlar”, “Özel santral sahiplerinin elektrik fiyatlarını artırmak istemesi”, “Mecliste görüşülen Sinop’a nükleer santral ihalesini onaylanması için baskı amaçlı”,… gerekçeleri olayın üstünden geçen onca saate karşın hâlâ aynen söylenmekte, yetkililer, “Bütün bu ihtimallerin üstünde duruyoruz” demeye devam etmektedirler.
Ve tabii bu arada yasal bakımdan sorumsuz ama her şeye karışmayı kendine görev edinen Cumhurbaşkanı, soruna Slovakya’dan müdahil olup, bu elektrik felaketinden “nükleer santralin önemi”ne dikkat çekip, “Üçüncü nükleer santral için de çalışmaların başlaması gerektiği” sonucunu çıkarmıştır. Artık Hükümetin önünde “üçüncü nükleer santral” görevi vardır!
Aynı zihniyet, Adliye Sarayı’ndaki rehin olayında, olayın nasıl olduğunun karanlıkta kalması için ilgili haberlere “yayın yasağı”na kadar varan “tedbirleri” hemen alırken, olup bitenden, adliyeye giriş çıkışları daha da sıkılaştırma, özellikle de avukatların giriş çıkışları için yeni önlemler alınması sonucunu çıkarmıştır. Özellikle daha olay duyulur duyulmaz Cumhurbaşkanının sonra da Başbakanın, avukatları töhmet altında bırakan ibretlik açıklamaları, rehin eyleminin ardından “güvenlik” adına adliye ve öteki kamu kurumlarında yeni baskıcı önlemler alınması ve avukatların “savunma hakkına” sınırlamalar getirecek önlemlerin devreye sokulacağını göstermektedir.
Burada şunu da belirtmeliyiz ki; Adliye’deki rehin olayı gibi “bireysel terör eylemleri”nin iddia edildiğinin aksine, hak-adalet-özgürlük taleplerinde bir ilerleme sağlamak bir yana tersine sonuçlar verdiği; egemenlerin baskı ve şiddet araçlarını devreye sokmasına fırsat tanıyan ve egemenlerin şiddetini meşrulaştırmaya yarayan bir ortam oluşturmaya hizmet ettiği de apaçıktır.
Çok açık ki AKP Hükümeti ve Cumhurbaşkanı, halkın üstündeki baskıyı artırmak için her imkanı kullanmakta kararlıdır. Hele de seçime giderken onlar, işlerin kendileri açısından kötü gittiğini de gördükleri için, kendi yarattıkları felaketleri de dışlarındaki gelişmeleri de özgürlükleri sınırlamanın, halkı sindirmenin, halk içinde korku ve tedirginliği yaymanın dayanağına dönüştürmek için çalışmaktadır. Çünkü, halka verecek şeyi kalmamış her hükümetin yürüdüğü yoldur bu yol ve AKP Hükümeti ve Cumhurbaşkanı da bu “karanlıklar”la “aydınlatılmış” bu yolda yürümektedir.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00