P5+1 ve İran çerçeve anlaşması -1: Haritanın yeniden çizilmesinde bir adım
Fotoğraf: Envato
İran ile P5+1 (ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Çin + Almanya) ülkeleri arasında İran’ın nükleer programı etrafında yapılan görüşmeler 2 Nisan günü bir “çerçeve anlaşması”na varılmasıyla sonuçlandı. Taraflar, nihai anlaşmanın 30 Haziran 2015’te imzalanması konusunda da mutabakat sağladılar.
Anlaşmayla; İran, uranyum zenginleştirilmesinde kullandığı santrifüj sayısını üçte iki azaltırken, zenginleştirme oranını da yüzde 3.5’le sınırlayacak. İki nükleer tesisinden birini de kapatacak olan İran 25 yıl süreyle nükleer programını batılıların denetimine açık tutacak!
Buna karşılık AB’nin İran’a uyguladığı yaptırımlar hemen kaldırılırken, ABD’nin yaptırımları da tedricen kaldırılacak.
Anlaşma; İran’da “coşkulu gösterilerle”, İsrail’de “öfkeyle”, Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan’da ise “endişeyle” karşılandı. P5+1 ülkelerinin sözcüleri ise anlaşmayı “tarihi bir adım”, “önemli bir adım” gibi olumlu nitelemelerle değerlendirdiler.
Hiç kuşkusuz ki, “çerçeve anlaşma” ile oluşan siyasi-diplomatik ortam, hem İran yönetiminin iç (ekonomik ve siyasi) ve dış politikası, hem de batılı emperyalistlerin 36 yıllık İran politikası ve Ortadoğu politikaları bakımından önemli gelişmelere yol açacak bir mecraya girildiğini göstermektedir.
Ahmedinecad yönetimine karşı seçim zaferi kazanarak iş başına gelen Ruhani liderliğindeki “reformcu yönetim”, bu anlaşmayla batı ile ilişkilerde yeni sayfa açarken İran’da da halkın yaşamını derinden etkileyen ekonomik koşulları değiştirmek için harekete geçecektir. Dolayısıyla ekonominin liberalleştirilmesi, neoliberal politikaların hayata geçirilmesine paralel olarak kimi siyasi liberalleşme girişimleri de yapılarak, Türkiye’nin 2002 krizi sonrasına benzer bir ekonomik programa yönelinmesi için yol temizliğine girişileceğini söylemek yanlış olmaz. Bu yöneliş elbette Ruhani yönetimini güçlendirirken, sıkışmış olan İran ekonomisini liberalleştirerek, dış destek ve yaptırımların kaldırılmasıyla halkın yaşamına kimi kolaylıkların getirilmesi olanaklı olacaktır. Yani anlaşma ile atılacak adımlarla hem İran ekonomisinde bir “canlanma” hem de batılıların 80 milyonluk İran pazarını ele geçirmesiyle “iki taraflı kazanç” gündeme gelecek görünmektedir. Tabii burada “kazanç” derken İran egemen sınıfları ile emperyalist sermaye odaklarının kazancından söz ediyoruz. Yoksa anlaşmayı kutlamak için sokaklara dökülen İran halkına başta kimi rahatlıklar getirecek görünse de bu anlaşmayla hem emperyalistlerin sömürüsü genişleyip artarken hem de mollaların yönetiminin de ömrü uzayarak, iktidarlarını daha istikrarlı bir biçimde sürdürmek için yeni dayanaklar elde edeceğini söylemek yanlış olmaz.
Evet, anlaşmayla ilgili olarak değerlendirmeler “çerçeve anlaşmanın” imzalandığı 2 Nisan’dan beri değişik boyutlarıyla ilgili olarak yapılıyor; “Kim ne kazandı”, Kim ne kaybetti”, “Bundan sonra ne olacak”, “İran güvenilir mi güvenilmez mi?”,… gibi konular pek çok yönüyle tartışılıyor. Ve öyle görünüyor ki, bu tartışma 30 Haziran’a kadar, hatta ondan sonra da sürecek. Çünkü somutta, tartışmanın merkezinde “İran’ın nükleer programı” vardır ve bu programın batılılar tarafından denetimi tartışılmaktadır. Ama aslında tartışılan konular çok daha kapsamlıdır.
Dolayısıyla bu tartışma;
1- IŞİD, el Kaide ve diğer İslamcı terör örgütlerinin faaliyetleri, Irak, Suriye, Yemen’i de kapsayan iç savaşlar, Suudi Arabistan öcülüğünde ve Mısır’ın aktif desteği ile Yemen’e yönelik askeri müdahaleyi de kapsayan Ortadoğu’daki iç karışıklıklar,
2- İran’ın bu gelişmeler içindeki pozisyonu, İran’dan Arabistan Yarımadası’nın en güneyine kadar uzanan “Şii Hilali” içindeki etkinliğini artırması, Rusya ve Çin’le batılıların bölgedeki oyunlarını bozacak derinlikteki ilişkileri,
3- Batılı emperyalistlerin bölgeye müdahalelerinin giderek ağırlaşan sorunları ve bölgenin haritasının yeniden çizilmesi, emperyalistlerin ve bölge gericiliklerinin etkinlik alanlarının belirlenmesi mücadelesiyle sıkı bağlantılı olduğu görülmeden yeterince kapsamlı biçimde anlaşılamaz.
Anlaşma etrafında oluşan sorunun bölge çapındaki diplomatik-siyasi, hatta askeri boyutu ve Türkiye’nin dış politikasının bu gelişmeler içinde “değersiz” olduğu artık apaçık anlaşılan “yalnızlığı”nın nerelere vardığına yarın değineceğiz.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00