Geçtiğimiz sene Hayat TV’de bir proje olarak başladı Deniz Tarafındaki Kale. İnönü Stadı’na ait bir söylemdi, tam da o tarihte yıkılmakta olan İnönü Stadı’yla beraber bir çok sembolle besleniyordu. Kentsel dönüşüm ve rantın yıkıcı, yeniyle eskiyi birbirinden koparan vahşetinden bahsediyordu. Değişen taraftarlık kültürü bu kalenin bir parçasıydı. Çok sıcak olan Gezi direnişi’nin bir mevziisiydi Deniz Tarafındaki Kale. Deniz tarafında olmakla, Deniz’in tarafında olmayı kastediyordu. Hayat TV ekranlarındaki Deniz Tarafındaki Kale’den çok hikayeler geçti. Taraftar grupları, sporcular, müzisyenler, yazarlar, sinemacı, edebiyatçı ve politikacılar, sporun altyapısı, bisiklet, maraton, ultra-maraton konuk oldu kalemize. Sonra Evrensel’de bir köşeye dönüştü Deniz Tarafındaki Kale. Ne kendimin, ne de temsil ettiğim bu köşenin en çok edebiyattan beslendiğini hiç inkar etmedim.
Türkiye’de sporun (hadi biraz özele inip, torpil yapalım) ve futbolun edebiyatı, giderek köklenmekte. Cumhuriyet’in erken yıllarında Aziz Nesin’in, Nâzım Hikmet’in, Sait Faik’in bazı eserlerinde futbola göndermeler olsa da (Aziz Nesin’in Gol Kralı kitabında olduğu gibi) futbolun başrol olduğu eserler yayımlansa dahi; bütünlüklü bir spor ve futbol edebiyatı gazeteler, dergiler ve sonra kitaplar şeklinde ilerledi. Spor basını ve dergicilik çok köklü Türkiye’de. İyisiyle kötüsüyle. Ancak başlı başına spor edebiyatı olsa olsa 25 yılık. Can Kozanoğlu’nun 1990’da yazdığı ve futbola oyuncudan-hakeme-seyirciye 360 derece bakış getiren “Bu Maçı Alıcaz” kitabı literatürün ilk eserlerinden. Sonra Tanıl Bora’nın Futbol ve Kültürü (1993) derlemesi gelir. Sonra renklenir. Araştırmalar, taraftar hikayeleri, derlemeler, romanlar var içinde futbol olan.
Bazen sıçramalarla bazen de iterasyonla ilerler toplumlar. Spor basını dergiciliği, dergicilik edebiyatı doğurduktan sonra; bu birikim tekrar dergiciliği besledi. Bir dönemin efsanesi Radikal Futbol bu edebiyat birikiminin üzerinde yükseldi. Tanıl Bora, Uğur Vardan, Bağış Erten gibi spor yazınının kritik isimlerini toplumun yaygın kesimlerine tanıttı. Birikimlenen futbol edebiyatı taraftar gruplarının “fan-zin”leriyle renklendi. Türkiye tribünlerinin ürettiği en çarpıcı ürünlerden birisi olan, cebe sığan afacan Tribün Dergi (Bir dergiyi tanıtırken dergi demek biraz tuhaf ama kastettiğim aynı isimli forum değil henüz. Basılı bir dergiden bahsediyorum) kolektif tribün emeğinin zirvesini gösterdi.
Tam da o yıllarda, toplu halde internete hicretimiz başladı. Tüm yazı, çizi, edebiyat, kolektivizm; internet gezegeninde kendisine alanlar aradı. Futbol edebiyatının bulduğu yer ise bloglar ve forumlar oldu. Tanınan, tanınmayan isimler futbol blogları ve forumlarıyla bayağı bayağı edebiyat yaptılar. Futboldan edebiyat doğdu, edebiyat futbolu zenginleştirdi.
Futbolun edebiyatı, hayatın kendisi gibi akmaya devam etmekte. Tüm dünyada futbol edebiyatının en babalarından, hepimizin bloglarına içinden cümleler aşırdığı “Gölgede ve Güneşte Futbol”un yazarı Galeano’yu kaybettik. Latinler’in şiir yazar gibi oynadığı futboldan çıkardığı öyküleri durup durup okurduk. Ondan ara pası kelimeler öğrenirdik. Galeano’dan sonra futbol biraz daha gölgede kaldı. Andlar’ın Yaşar Kemal’i desek yeri midir? Belki de Yaşar Kemal Toroslar’ın Galeano’suydu. Bize kattıklarına selam olsun.
Hemen öncesinde ise Türkiye’de yolu kalem ve futboldan bir arada geçmiş en iyi ekiplerden birisinin çıkardığı Socrates dergisi çıktı. Edebiyatta önemli bir yer tutan Can Yayınları bir futbol dergisi çıkardı. Şahane ve kısa ömürlü futbol dergileriyle dolu tarihimize, uzun ömürlü olmasını istediğimiz bir bebek doğdu. Futbolun edebiyatı, Deniz Tarafındaki Kale’nin besini belki sıçrama ve devrimlerle değil ama, kesintisiz adımlarla ilerlemeye devam ediyor.
Evrensel'i Takip Et