İş cinayetlerinin sınıf katliamına dönüştüğü Soma davası, katliamdan yaklaşık 1 yıl sonra başladı.
13 Nisan’da yapılan ve tutuklu sanıkların bakanlık yazısına istinaden bulundukları yerde ağırlandıkları ilk duruşmanın ardından, madenci aileleri ve avukatlarının yanı sıra kamuoyunun ısrarlı talep ve tepkilerine kayıtsız kalamayan mahkeme, duruşmaya getirilmelerine karar verdi. İkinci duruşmada tutuklu sanıklar da hazır bulundu.
Sınıfsal eşitsizlik ile “adalet” arayışı arasındaki ilişkiyi görebilmek için başlı başına bu durum bile yeterli. Göz göre göre 301 kişiye mezar olan bir işletme patronunu duruşma salonuna getirebilmek için bile toplumsal mücadele gerekiyor.
“Onlara hiçbir şey olmaz çünkü zenginler” diye isyan ediyor bir madenci eşi, bir ana ise hakime soruyor: “Sayın başkan bizim yerimizde olsaydınız ne karar verirdiniz?”
Ailelerin önemli bir bölümünün ve katliamdan sağ çıkabilen madencilerin hâlâ tedavi gördüğünü öğreniyoruz. Hatta bu yüzden iş bulamadıklarını anlatıyor madenciler. İlaç kullandıkları gerekçesiyle patronlar iş vermiyormuş. Bir kısmı ise katliamla ilgili açıklama yaptıkları için mimlenmişler. Onlara da iş yok! Yeniden çalışmaya başlayabilenler ise davadan uzak durmaları ve konuşmamaları konusunda sıkı sıkı uyarılmışlar.
TÜBİTAK raporları, kısmen iddianameye de yansıdığı kadarıyla, katliamın nasıl göz göre göre geldiğini açıkça gösteriyor. Maskelerin bir kısmının kullanılmış olduğu, bir kısmının raf ömrünün dolduğu, bazılarının ise filtre kısmının paslanmış olduğu yazılı raporda. Ayrıca üretim zorlaması yapılarak tehlikeli çalışma koşulları oluşturulduğu, elektrik projesinin onaysız olduğu, alarm ve haberleşme sistemindeki aksamanın tahliyeyi geciktirdiği de raporda yer alıyor.
İşçilerin anlattıkları ise cinayetin sadece göz göre göre bile değil, adeta taammüden işlendiğini gösteriyor. “Sakın konuşmayın” baskısı da belli ki bu yüzden.
Katliamdan önceki 1 ay boyunca sağlıklarının gözle görülür bir biçimde bozulduğunu anlatıyor işçiler. Ateşlenme, terleme ve kusma oluyormuş hepsinde. Ocağın sıcaklığı normalin çok üzerindeymiş. İletilen bu şikayetlere patronun verdiği tepki ise “işten atma” tehdidi olmuş. Bugün biliyoruz ki, maden içten içe yanıp gaz çıkarttığı için zehirleniyorlarmış.
İşçilerin her türlü baskıya rağmen paylaştıkları tanıklıkları, bilirkişi raporlarının tüm eksikliğine rağmen açığa çıkarttığı gerçekler ve bunların kısmen de olsa iddianameye yansımış olması en azından Soma katliamı bakımından mızrağın çuvala sığdırılamadığını gösteriyor.
Ama bu yetmez. Çünkü cinayetleri engelleyebilmek için sorumlular kadar bu sorumluların üretim ilişkileri ve egemen politikalardan aldığı gücü de deşifre etmek gerekiyor. Patronlar kadar onların siyasal temsilcisi konumundaki hükümetin de hesap vermesi gerekiyor. En önemlisi de, her gün dört işçinin öldürüldüğü düşünülürse, birkaç ayda bir Soma yaşamamak için denetimsizlik ve cezasızlık politikaları yanında kapitalist işleyişin özünü, öldürme potansiyelinin yasallığını ve istihdam politikalarıyla iş cinayetleri arasındaki bağlantıyı da yargılamak gerekiyor.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Metal tokat

Metal tokat

Renault işçileri, yaşadıkları sorunlar karşısında patronların yanında duran şube yönetimine karşı harekete geçti: Delege sayısının 3 katı aday çıktı, seçimlere katılım rekoru kırıldı, şubenin belirlediği adaylar geride kaldı. 200 bin metal işçisini ilgilendiren MESS grup sözleşmesi öncesi Metal Fırtına’nın amiral gemisi Renault’da yapılan seçimler sendikal bürokrasiye tokat oldu.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
12 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et