6 Mayıs 2015

43. yılında 6 Mayıs 1972’yi anmak

Bugün bir “istatistik” yapılsa; “1972 6 Mayısı’ndan önce doğan her 100 çocuktan kaçının adı Deniz’di, 1972 6 Mayısı’ndan sonra doğan her 100 çocuktan kaçının adı Deniz’dir?” diye bakılsa, aradaki büyük fark, bize 6 Mayıs 1972’de simgelenen dönemin mücadelesinin Türkiye toplumunda ne kadar derin bir iz bıraktığını gösterir. Ve bu izin derinliğidir ki; 1972 6 Mayısı’nın üstünden geçen 43 yıla karşın; Edirne’den Van’a, İzmir’den Diyarbakır’a, Samsun’dan Adana’ya… ülkenin her yanında 43 yıldır her 6 Mayıs günü (Uzun bir zamandan beri 6 Mayıs’ın içinde yer aldığı hafta) Türkiye’nin demokrasi, özgürlükler ve sosyalizm mücadelesi tartışılıyor. Üstelik de çoğu zaman günlük kaygıları aşarak, bir ucunda 6 Mayıs’ta simgelenen mücadeleden çıkan dersler, öteki ucunda bugünün demokrasi ve özgürlük mücadelesinin stratejisi ve taktiği tartışılıyorsa, bu bile kendi başına 6 Mayıs’ta simgelenen mücadelenin bizler için nasıl bir tarihsel öneme sahip olduğunu gösterir. 

Elbette burada nasıl Deniz adı sadece Deniz Gezmiş’i değil Yusuf Aslan’ı, Hüseyin İnan’ı da temsil ediyorsa, 6 Mayıs 1972 de, sadece THKO’nun o tarihte katledilen üç liderini değil, Mahir Çayan’ı, İbrahim Kaypakkaya’yı…  Taylan Özgür’den, Vedat Demircioğlu’dan başlayarak bütün bir dönem boyunca hayatını davası uğruna vermekten çekinmeyen devrimcileri ve bütün bir kuşağın mücadelesini temsil etmektedir.

Elbette çeşitli siyasi çevreler kendi geleneklerinin başlatıcısı olarak 18 Mayıs, 30 Mart gibi günlerde de özel anmalar yapıp, daha içsel tartışmalar açmaktadır. Ama kendi mücadele tarihinde 6 Mayıs 1972’ye gelen mücadele dönemiyle bağ kuran her devrimci çevre, Türkiye’de devrim mücadelesine yakınlık duyan her çevre ve kişi, 6 Mayıs’ı kolektif bir “muhasebe ve anma günü” olarak benimsemektedir. 

Hatta bugünden baktığımızda, şunu da söyleyebiliriz; 6 Mayıs, sadece 1968 diye ifade edilen kuşak ve o kuşağın mücadelesinden de öte bütün sonraki kuşakların mücadelesiyle de sıkı bağlantı içinde bir gün (hafta), bir anma, mücadele ve muhasebe günü olarak biçimlenmiştir.

Bu elbette doğru bir yaklaşım olmuş, fraksiyonculuğun bu kadar popüler olduğu, şevkle sürdürüldüğü bir ülkede 6 Mayıs’ın böyle birleştirici, kolektif bir gün olması, 6 Mayıs etrafında mücadelenin sorunlarının konuşulup tartışılmasını daha da önemli hale getirmiştir.

Böyle, önemli sembolik tarihlerin ve mücadeleye damgasını vuran liderlerin yaşadığı dönemler, onların eylemleri ve düşünceleri gerektiği titizlikle ele alınmazsa anmaların “nostaljik” törenlere dönüşmesi ve tarihin o dönemde “dondurulması”, dolayısıyla yeni kuşakların ilerlemesinin önünü kesen bir “kült”e dönüşmesi tehlikesi doğar ki, ‘68 ve 78 kuşağı mücadelelerinin de doğru ele alınmadığında böyle sonuçlar doğurduğu çıplak gözle bile gördüğümüz bir gerçektir. Özellikle mücadelenin gerilediği ya da egemenler tarafından ezildiği dönemlerde “kuşak fetişizmi”, “Eskiyi taklit etmek”, “Karamsarlığa sürüklenmek”, “halka, işçi sınıfına güvensizlik”, “iradecilik”, “bireysel terörizm”… gibi eğilimlerin güçlendiğine tanık oluyoruz.

Bu yüzden de 6 Mayıs’lar her yıl, gelinen aşamanın en ileri bilinciyle ele alındığı, o dönemin devrimcilerinden öğreneceklerimizi bu bilinçle özümsediğimiz ölçüde anlamlı olacaktır; öyle de olmaktadır. 

Örneğin; 1972’nin 6 Mayıs gününün şafağından bütün Türkiye’nin gençliğine, işçilerine, emekçilerine üç genç devrimci, dönemlerinin en ileri bilinciyle yoğurdukları son sözlerini şöyle haykırıyordu: 
Deniz:

“Yaşasın tam bağımsız Türkiye! Yaşasın Marksizm Leninizmin yüce ideolojisi! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi! Kahrolsun emperyalizm! Yaşasın işçiler, köylüler!”
Hüseyin:

“Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için şerefimle bir defa ölüyorum. Sizler, bizi asanlar şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz. Biz halkımızın hizmetindeyiz. Sizler Amerika’nın hizmetindesiniz.

Yaşasın devrimciler! Kahrolsun faşizm!”

Yusuf;

“Ben şahsi hiçbir çıkar gözetmeden halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım. Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım. Bundan sonra bu bayrağı Türk halkına emanet ediyorum. Yaşasın işçiler, köylüler ve yaşasın devrimciler! Kahrolsun faşizm!”

Ve onlar bir dönemin mücadelesine hayatlarını ortaya koyarak, kendileri için hiçbir şey istemeyen bir devrimci fedakarlık ve hiçbir engel tanımayan kararlılıklarıyla sonraki bütün kuşaklara devrimciliğin ne olduğunun örneği oldular. Bunu darağacında da gösterdiler ve son sözlerinde de açıkça ifade ettiler ki; ellerindeki devrim ve sosyalizm bayrağını Türkiye’nin Kürt ve Türk halklarına, her inanç ve milliyetten işçilerine, emekçilerine emanet ederek, halka bağlılıklarını gösterdiler.

Bugün onları ve onların şahsında devrim ve sosyalizm mücadelesi uğrunda hayatını veren tüm devrimcileri bir kez daha saygıyla anıyoruz. 

Evrensel'i Takip Et