08 Mayıs 2015 01:00

AKP iktidarı döneminde emek ve bölüşüm

AKP iktidarı döneminde emek ve bölüşüm

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bir önceki yazıda AKP döneminde ekonominin genel performansını tarihsel ve uluslararası  karşılaştırmalarla değerlendirmiştik. Bu hafta ise AKP dönemi ekonomi politikalarını bölüşüm ilişkileri temelinde ele almaya çalışacağız.
Bilindiği gibi sandık sonuçları üzerinde her dönem belirleyici rol oynayan başlıca ekonomik etmen işsizlik. Bu açıdan 2000’li yılların pek parlak geçmediğini baştan söylemek lazım. Ağır bir ekonomik kriz ile başlayan dönem ve sonrasında yaşanan ekonomik büyümeye rağmen işsizlik oranlarında aynı oranda bir toparlanma görülmedi. “İstihdam yaratmayan büyüme” tartışmalarının da sıklaştığı 2002-2007 döneminde ortalama yüzde 6.8 gibi yüksek bir büyüme hızı yakalanmasına rağmen işsizlik yıllık bazda yüzde 10.8 seviyesinden ancak yüzde 10.2 seviyelerine geriletilebildi. Bu tarihten sonra ise yükselişe geçerek 2009 yılında yüzde 14 seviyelerine kadar tırmandı. Ekonomik kriz sonrasında uygulanan genişlemeci politikalarla birlikte işsizlik AKP döneminde ilk kez yüzde 9 seviyelerine gerilerken, 2013 yılından itibaren tekrar yükselişe geçerek 2015 yılında yüzde 11.3 seviyelerine ulaştı. Kısacası, AKP iktidarı aldığı dönemden daha yüksek bir işsizlik oranı ile önümüzdeki genel seçimlere girecek.
Burada AKP’nin büyüme stratejisinin temel eksenini oluşturan nüfus politikasına da değinmeden geçmek olmaz. Siyasi iktidar en başından beri yüksek nüfus artışı, ucuz emek yoluyla ülkeye sermaye çekmek yönündeki çabasını ifade etti. Bu durum bölüşüm ilişkilerine de elbette yansıdı. 1999-2002 yılları arasında ücretlerin GSYH’dan aldığı pay keskin bir şekilde yüzde 52’lerden yüzde 43 seviyesine kadar gerilemişti. AKP döneminde de bu gerileme sürdü ve yüzde 32 seviyesine ulaştı. Uluslararası karşılaştırmalara baktığımızda ise, AB ortalamasının yüzde 56 dolayında olduğunu, Güney Kore Japonya gibi Asya ülkelerinde yüzde 60 dolayında seyrederken, Meksika’da ise yüzde 37 seviyelerinde kaldığını görüyoruz.
Geçtiğimiz haftalarda işadamı Ali Koç dahi ücretlerin milli gelirden aldığı payın gerilemekte olduğuna vurgu yapmıştı. Gerçi Koç’un vurgusu daha ziyade küresel bir eğilime işaret etmekteydi ve bunda yanılmıyordu. Ama her yine de Türkiye’nin bu alanda da diğer ülkelerden negatif anlamda ayrıştığına vurgu yapmakta fayda var.
Tarihsel olarak reel net ele geçen ücretlerin seyrine baktığımızda ise işçi sınıfı açısından oldukça çarpıcı bir tablo ortaya çıkıyor. 1994’den bu yana kumadaki işçi ücretlerinde reel olarak yüzde 13 dolayında bir gerileme yaşanırken, özel kesimde ise reel ücretlerin ancak 2013 yılında 1994 seviyesini yakaladığı görülüyor.  
Çalışma koşulları açısından yapılan karşılaştırmalarda Türkiye işçi sınıfının n denli ağır bir emek sömürüsü ile karşı karşıya olduğu daha da netleşiyor.  OECD verilerine bakıldığında Türkiye haftalık ortalama çalışma saatlerinin uzunluğu açısından yaklaşık 48 saat ile ilk sırayı aldığı göze çarpıyor. Bu açıdan Türkiye’nin çalışma koşullarının ağırlığı ile bilinen Şili ve Meksika gibi Latin Amerika ülkelerini geride bırakması da yine çarpıcı bir istatistik.
Genel olarak bir değerlendirdiğimizde AKP döneminde giderek kronik bir hal alan işsizlik ile birlikte emeğin milli gelirden aldığı payın da keskin bir şekilde gerilediği görülmekte. Bu süreçte yüksek büyüme ile birlikte vergi gelirinin artışı ve uluslararası piyasalardaki olumlu iklim sayesinde kamu borç yükünün gerilemesi kamunun sosyal transfer harcamalarına daha fazla pay ayırabilmesinin de olanaklarını sağlamıştır. Böylece, işsizlik ve yoksulluğun pençesindeki geniş bir halk kesiminin siyasi iktidarın sağladığı nakdi ve ayni yardımlarla gündelik yaşamını sürdürebildiği bir tablo ortaya çıkmıştır. Diğer bir deyişle, bölüşüm ilişkileri sermaye lehine yeniden düzenlenirken artan kar oranlarının bir bölümü vergiler ve transfer harcamaları yoluyla yoksul kesimlere transfer edilerek siyasi iktidarın yoksul halk kesimleri üzerindeki kontrol ve denetimi sağlamlaştırılmıştır.  Bu stratejinin bölüşüm ilişkilerinin böylesine bozulduğu bir ortamda siyasi iktidarın devamlılığı açısından ne denli önem taşıdığı ortadadır. Ne var ki, önümüzdeki döneme dönük uluslararası piyasalardaki likidite bolluğunun sona ereceği, ülkeye dönük fon girişlerinin hız keseceği ve ekonomik büyümenin yavaşlayacağı yönündeki öngörüler bu politikanın sürdürülebilirliği konusunda da kuşkuları arttırmaktadır.  

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa