Kimileyin notlar
Memleket tarihinin gördüğü en büyük işçi felaketlerinden birinden sonra sorumlu olduğunu düşündüğümüz hükümetten tek bir insan istifa etmedi. Geçenlerde Ümit Kıvanç, “birkaç fukara Japon mühendis intiharı” demişti. İnsan artık gülemiyor bile. 1 Mayıs’ın ardından ise “havuz medyası” diye tabir edilen mecmualarda kimi mühim mütefekkirler “1 Mayıs kutluyorlar içinde işçi yok” diye akıllarınca istihza ile bir şeyler dedi. İnsan artık gülemiyor bile, evet. İşçi eşittir kolgücü işçisi ezberini değiştirmeye gayret etmek bile acıklı geliyor. Ne diyordu Cansever? “Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile”.
***
Edebiyat denen şeye kimileyin mesafe kesbeder insan. Tuhaf bir mesafedir bu; “amaan,” dersin içinden, zaten yazılabilecek her şey yazıldı, konuşulabilecek her şey konuşuldu. Benim de okuyacaklarım yazacaklarım sınırlı zaten, ne diye uğraşıyorum sanki? Kütüphanedeki kitapların feri söner senin için, elin gitmez, gittiğinde iki satır okuyup aynı bıkkınlıkla kenara bırakırsın. Sonrası zaten sıkılmak, sıkılmak. Sonra ya biri çıkar, ya bir şey olur, o örtük sıkkınlık sıyrılıverir, o gizli heves hemen kendini anımsatır. Bu bazen bir dize olur, bazen bir mecliste konuşulan küçücük bir cümle, bazen de bir kitabın kendisi, hatta kapağı, arka kapağı. Ama çoğu zaman bir dergi olur. Orada, bir dergi çıkmıştır, senin haberinin olma ihtimali çok düşüktür, bir arkadaşın çıkagelir, Diyarbekir’de okul dergisi çıkmıştır. Orada Orhan Pamuk üzerine bir talebe şahane bir metin yazmıştır mesela. Bir mektup. Sonunu okursun muhabbetin arasında. Vay canına dersin, vay canına. O dergiden biraz daha söz edeceğim ileride. “İçkale Çocukları”nı da anayım, şimdi aklıma gelmişken.
***
Ali Duran Topuz bir süredir “Fil” dergisinde portreler yazıyor. Portre zor iştir, yazdım, oradan biliyorum. Hangi kısmı öne çıkarsam diye ıkınırsın, neler yapmış diye bakınırken yeri gelir gayya kuyusuna düşersin, dur ona da bakayım, şunu da okuyayım derken, yazının kendisi senden uzaklaşıverir. Ama yeri gelir, çok doğru bir zamandır, laf gediğine gider. Son yıllarda birkaç tane çok etkilendiğim portre yazısı okudum. Aklıma İrfan Aktan’ın yazdığı Demirtaş portresi geliyor mesela bir çırpıda. Ali Topuz’un yazdıklarını ilk gördüğümde ise, tek bir şey düşündüm. “Bu yazılarda Cemal Süreya var.” Cemal Süreya’nın yazdığı portreler öyle portrelerdir ki, ilk okuduğumda “bunlardan biri benim için yazılsa, herhalde daha sokağa çıkmazdım” demiştim. İnce ince, asla öfkelenmeden, sesindeki kadife tonla konuşur, diyeceğini der, o çok övülen zekâsıyla şahane bağlantılar kurup, şaşsan şaşkınlığa ayıp edeceğin mecazlar ve terkipler kurar. Topuz’un metinlerinde de benzer bir koku duydum. Duydum ve çok sevindim. Bahar, kokuların mevsimi değil mi hem? Şu uzun alıntı Davutoğlu portresinden: Kürsüde iki kişi gibi: “Akademik nutkunu sürdüren hoca ve siyasal nutkunu çeken devlet adamı. Gözlükleri iki kişiyi birleştiriyor, bakışları ayırsa da. Claude Levy-Strauss bir Fransız politikacısı için söylemişti, mealen: ‘Gözlüklerinin arkasında kimsenin olmayabileceğini fark ettim.’ Davutoğlu’nun gözlüklerinin arkasında ise en az iki kişi fark ediliyor: Âlim ve siyasetçi. Âlim ve emir. Ulema yanı daha güçlü, çünkü emir ül ümera kendisi değil, ümeranın reisliği, hükümdarlık kendisinde değil. Biliyor. Reis, Erdoğan, bu yeri dolduruyor, bu formu karşılıyor. Kendisi bu formun içeriğini tedarik ediyor. Salt tedarikçi değil, içeriğin kendisi biraz. Şişedeki su gibi.”
***
İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali (İTEF) için Şener Özmen ve Kemal Varol’la “sınır” üzerine konuştuk İstanbul’un Kadıköyü’nde. Giderken telaşlıydım, her defasında da kendime kızarak “ne diye yapıyorsam böyle şey, hiçbir şey konuşamayacağım.” Kemal ve Şener’e güveniyordum ama bu defa, yalnız değildim. Neyse ki korktuğum gelmedi başıma, güzel geçti. İkisinin de metinlerinden, konuştuklarından uzun uzun söz edebilirim (ki, yazdım da zamanında) ama etkinlik bittikten sonra yanımıza gelen bir arkadaşın söylediği günü özetledi. “Kameraya rağmen müdanasız konuştunuz,” minvalinde bir şeydi söylediği. Kameraya rağmen. Dünya olmuş kamera. Neyi nereden sakınacağız? Kimileri neyi nerelerden sakınıyor acaba? Geçerken diyeyim, midesinden konuşan edebiyatçılar, yazarlar, şairler, ressamlar ve bilumum konuşma talipleri: Karnınızdan, midenizden konuşmayın. Anlaşılmıyor. Korku evet, insan için bir epistemedir velakin bari konuşurken karnınıza başvurmayın. Bana “taş” sorulduğunda, içimden geçeni söylemeyeceksem, ben ne edeyim o konuşmayı?
Burada da söyleyeyim: Dünyanın en güzel taşı, bir polisin yüzüne doğru giden taştır.
“Mamoş” da bir Harput türküsüdür ve ne şahane türküdür çok şükür.
Evrensel'i Takip Et