14 Mayıs 2015

Yaşı yetenler, 12. Eylül darbesinden hemen sonra gazetelerde, siyah beyaz tek kanallı televizyonda sebilhane bardağı gibi dizilmiş dört generali ve liderleri Kenan Evren’i sıkça görmüşlerdir.
O şef,  gittiği her şehirde, yalnızca şehrin adını değiştirerek bir darbe bildirisi okur, öteki eliyle de bir Kur’an-ı Kerim sallardı.
 “Bak Allah, peygambere ne demiş?” diye başlayan hamaset ve cehalet sinmiş konuşmalarla, özellikle Anadolu’yu “darbe anayasası”na hazırlayan bir diktatör ve gölgesinde dört diktatör yamağı…
O anayasanın ünlü 15. maddesiyle kendini güvenceye aldıktan sonra, yine meydan meydan dolaşan ve nutuk atan bir cuntacı… Sonra da 7. Cumhurbaşkanı…
Son Cumhurbaşkanına mı benzettiniz? Doğrudur. Anadolu yine aynı Anadolu, meydanlar yine aynı meydan, nutuklar ve Kur’an aynı senaryonun figürleri.
Son cumhurbaşkanı, kendisini bu makama kadar getiren 12 Eylül Anayasası’nın şerrinden şerbet yaparak kılavuzu Evren gibi kendini güvenceye almak istiyor. Seçim ve Siyasi Partiler Yasası, yüzde on barajı da 12 Eylül Anayasası’nın partisine inayeti.
 “Ben cumhurbaşkanıyım beni ancak vatana ihanetten yargılayabilirler, tarafsız olmadığımı söylemiştim, istediğim gibi konuşurum, benim hakkım bu.” diyor. Ancak sahte de olsa açtırdığı 12 Eylül davasının gerekçesini unutuyor. Neydi o davanın gerekçesi: “Vatana ihanet!”
Beşin ikisi, Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya bu gerekçeyle “paşa paşa” yargılanmışlardı. Ama o davanın yalan olduğunu biliyorduk. Evren Paşa da buna inanmıştı. Bu yüzden mahkemeyle, iktidarla dalga geçti ve dava Yargıtayda beklerken “paşa” dan “er”e dönecekken göçtü gitti.
Sırada Şahinkaya var. Ölüm onu da yakalayacak elbet. İşkenceden geçirip öldürttüğü, “Asmayalım da besleyelim mi? diyerek ipe çektikleri gençler gibi… Erdal Eren gibi… Son Cumhurbaşkanı da böyle demiyor mu? “Bir çocuk öldü, yaygarayı koparıyorlar.” Berkin Elvan gibi…
 “Devlet dersinde öldürülmüş” 15 ve 17 yaşında iki çocuk… Faşizmin kafası aynı işler çünkü. İlk ağızda gençleri öldürür.
İki dönem, iki iktidar… Biri kutsallığını kullana kullana Mustafa Kemal’i ayağa düşürdü, öbürü kutsallığını diline dolaya dolaya dinin ruhuna el Fatiha okuttu. Kur’an ve Nutuk, siyaset aracı kılındı.
Öte dünyada ne olur bilinmez ama Evren’in gittiği yer ezkaza cennet bile olsa oraya da gitmek istemezdim doğrusu. Gittiği yerde bir kez oldum ve 12 Eylül tedirginliğini yıllar sonra ruhumda yeniden hissettim.
İki binlerin başında Marmaris’te bir yıl öğretmenlik yapmıştım. Evren de nüler, peyzajlar, natürmortlar yapıyordu Armutalan’daki “Beyaz Ev”inde. Onca kandan sonra kendini sanata vurmuştu. Hitler dünyayı kana boğmadan önce kötü bir resim öğrencisiydi, Evren de ülkeyi kana boğduktan sonra kötü bir ressam... İki diktatör arasındaki tek fark da buydu galiba.
Evi hâlâ türbe gibiydi. El sürenler, yalakalar, iş bitiriciler, dalkavuklar, köleler, karavaşlar… İş adamları tablolarına hâlâ çuval çuval para döküyordu. Burun kıvırdığı Picasso’dan bile ünlüydü(!)
İlçede ona sorulmadan kuş uçmuyordu neredeyse. O günlerde ilçede bir kültür-sanat dergisi çıkarılmak istendi. Benden de Evren’le söyleşi yapmamı istediler. “Ben onu 12 Eylül’de çok gördüm, bu görüşmeyi yapacak başka birini bulun, dedim ve söyleşiyi kabul etmedim. Evren’in kulağına gitmiş, dolaylı azarlar ve tehditlerle tedirgin etmeye çalıştılar, olmadı. Dergi de çıkmadı.   
Hırsızı, katili aklayanlar; hırsızdan, katilden daha onursuz sayılırlar. Hep buna inandım. Evren’le yapılacak o görüşme, onun kötülüklerini temize çekme olacaktı. Olmadı.
Kartalın kanadına vuran güneş, yılanın dilini ısıtan güneşten daha soyludur. Devrimciler, buna inanırlar. Evren’in darbe mahkemelerinde yaşı büyütülerek yargılanan ve 17 yaşında ipe çekilen Erdal da buna inanmıştı. Halkının mutluluğu için uğraştı ve yaşıtlarına umudu bıraktı.
Bu umut için yazıyı Erdal Oğul’a adadığım bir şiirle bitirelim.
 IŞIYAN
Erdal Eren’e,
Ten de güneş de solar günü gelince.
Alnımızda zaman, yıldızdan bir akıtma
koşarız koşar bizimle tez ayak, hafif.
Ölüm ki avcısı sonsuzluğun
kırar ilk tanda soluğan dalımızı.
Yaşım on yedi, su taşıdım bahçenize
taş döktüm, gül küredim sizin için.
Devrildi kütükler gibi, baldan tatlı düşlerim
yorgun bir ip uyuyup kaldı şuramda.
Anımsayın, kesik bir kol gibiydi gök.

Evrensel'i Takip Et