Soykırım meselesi (4)
Kirvem,
Şu son günlerde ülkemizin gündeminde yerini koruduğu gibi, ayrıca bu gidişle daha uzun yıllar aynı minvalde üzerinde tartışılacağı malum olan ve mazisi tamı tamına yüz yıllık bir geçmişe dayalı Ermeni Soykırımı, ya da “milli tarih”imizin tanımlamasına göre, “tehcir, sürgün, kıtal, mukatele” derken, eninde sonunda döne dolaşa nihayet göbek adı “Sözde” diye perçinlenen bu tarihi olayla ilgili söylenmedik söz, yazılmadık makale, televizyon ekranlarından dillendirilmedik kelam nerdeyse kalmadı ama, yine de anlaşılan o ki, bu “mesele”nin üstü kolay kolay örtülüp tarihin tozlu raflarına ilelebet terkedileceği günler hayli uzaklarda…
Kirvem,
Geçen mektuplarımdan birinde “soykırım meselesi”yle ilgili şu ifadeyi kullandığımı umarım anımsıyorsun: “Soykırım sadece kılıçla olmuyor, unutmayalım ki dil yaresi kılıçtan keskindir!”
Gerçekten de “dil yaresi”nin gerek kişisel, gerekse toplumsal yaşantımızda ne denli derin izler bıraktığını, dilin gönüllerde açtığı “yara”ların kılıçtan çok daha derin, çok daha keskin olduğunu, herhangi bir meseleyle ilgili iki kelam ederken farkında olmadan kantarın topuzunu kaçırdığımızda da, başımıza hangi neviden belaların geldiğini, dahası da, dil yaresinın kolay kolay “pansuman” edilmediğini, edilse bile mutlaka yerinde nahoş bir “iz” bıraktığını belirten deyimlerden, atasözlerinden haberdarız ama, buna rağmen kimilerimiz dilimizi illa da “pabuç” veya”ekmekçi küreği” gibi kullanıp, dolayısıyla çevremizdeki insanları rahatsız, hatta bir bakıma nasırlarına basıp huzursuz etmeyi nedense sanki marifet belleriz, belliyoruz!
Nitekim ecdadımız Osmanlı’nın, daha da doğrusu “İttihat ve Terakki” kurmaylarının “zihinsel” mirasını sonuna kadar paylaşmakla yetinmeyip, dahası da bu “çağdışı”, bu “faşizan” zihniyetin bir nevi “bekçibaşı”lığına soyunan günümüzün “muktedir”leri; irili ufaklı kimi devletlerin “Ermeni Soykırımı”yla ilgili beyanatlarına kızıp, dolayısıyla bu “hain”lere sırf laf yetiştirmek için “dilli dilaver” kesilirken, diğer yandan hesapça yere göğe sığdıramadıkları Ermeni “vatandaş”larına aba altından sopa göstermeyi nedense hiç mi hiç ihmal etmiyorlar…
Mesela başımızın başı Başbakan Davutoğlu, şunun şurasında daha üç ay önce ülkemizdeki azınlık mensuplarının bir kesimine Ankara’da verdiği bir yemekte, onların gönlünü almak için hepsini “birinci sınıf” vatandaş diye nitelerken, aslında bunun böyle olmadığını, bu lafların sadece kağıt üzerinde allı pullu cafcaflı sözlerden öteye gitmediğini, zaten bunun en bariz kanıtı olarak da, durduk yere bu tarz bir konuşmanın ne denli anlamsız, yersiz, gereksiz, lüzumsuz olduğunu zaten bal gibi bilir ama, bunu, bu acı “gerçeği” ne hikmetse “diline şeker ezmiş” bir muhabbetle çarpıtıp, dolayısıyla kendi bildiğini okurken bu insalara tepeden bakıp, üstelik adı “hoşgörü” olan bu yemekte “azınlık”ları bir bakıma “horladığını” acaba hiç düşünür mü?
Mesela…Her Allah’ın günü soykırım meselesiyle ilgili “Diaspora”daki Ermeniler’i suçlayıp, bu tavrı diline “pelesenk” eden bu muhterem zat ve onun gibi düşünen zevatın, keza aynı yemekte “Onlar bizim Diasporamızdır, yabancı Diaspora değil” fetvasıyla güya tümünü sahiplenip, hatta bununla yetinmeyip bir de hani nasıl derler “kel başa şimşir tarak” babında hepsine, terk edip gittikleri memleketlerine, Anadolu diyarlarına geri dönmekten yana “kırmızı mumlu” bir nevi “davetiye” çıkarırken, diğer yandan burada, kendi kadim toprakları üzerinde yaşayan bir avuç Ermeni’nin, hadi daha da açık ifadesiyle söyleyelim; yani “Ermeni dölleri”nin, hepsi de “zengin”, yani “tuzu kuru”, yani gerektiğinde “deport” edilmek üzere “hazır kıta” olarak yedekte bekletilen bu “rehine”lerin, gerçekten de “birinci sınıf” vatandaş olduklarına mı inanıyorlar, yoksa kılıçtan keskin bu “dil yareleri”yle, hani mil pardon kaş yapayım derken göz çıkarmanın acaba içten içe keyfini mi sürüyorlar, kim bilir…
Devam edeceğiz Kirvem!
Evrensel'i Takip Et