Bu yüksek zevat ne konuşuyor?
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu seçim kampanyasına başlayalı beri; günde bir, iki, bazen üç kez meydanlarda ya da salonlarda “sahneye” çıkıp konuşuyorlar.
Elbette bu iki kişiyi vatandaşlar, “seçim sürecinde herhalde çok önemli şeyler söyleyecekler” diye dinliyorlardı.
Bu konuda bir anket yok, onun için “herhalde” rezerviyle şunu söyleyebiliriz ki, seçim kampanyasının geride kalan bir aylık süresinde, onları dinleyen vatandaşlar, “Bu zatı muhteremler ne söylüyorlar yahu?” demeye de başlamışlardır. Çünkü bu ülkenin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı, her gün, sayısız TV kanallarından “haykırırken”, halkın hayatı ve ülkenin en önemli sorunları ile ilgili bir şey söylememeye özen gösteriyorlar. Hele seçim günü yaklaştıkça, en önemlisi de HDP’nin AKP’nin ayağının altındaki toprağı kaydırdığının farkına vardıkça Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin kelime hazinelerinin iyice daraldığını görüyoruz. Bu da onları daha çok din-mezhep-inanç alanına, bin 500 yıllık din-mezhep kavgalarını kışkırtma alanına sürüklüyorlar.
Doğrusu artık az çok seçim ve siyaset tartışmasının yapıldığı her yerde; fanatik AKP yandaşı değilse insanlar, “Cumhurbaşkanı ve Başbakanın seçimde halka nasıl bir Türkiye vaat ediyor, ne söylüyorlar?” sorusunu sadece kendi kendilerine değil etraflarında da soruyorlar.
Ben de son günlerde onları dinledikçe, 9 Haziran 1976’da Antep’te, THKO militanları olduğu için, İlhan Emre ile birlikte, güvenlik güçleri tarafından katledilen Mehmet Ali Özpolat’ı hergün daha çok anımsıyorum.
Mehmet Ali’yi 1973 yılında tanıdığımda, İSDEMİR’in inşaatında çalışan çok zeki, fikirlerini açıkça savunma cesaretini gösteren bir işçiydi.
Katledilmesinden kısa bir süre önce Antep’e gitmişti.
Ama onun bugünlerde anımsadığım yanı, Antep’e gidişiyle ilgili değil.
Antep’e gitmesinden birkaç ay önce köyüne gitmişti. (Afşın’in Serkiçayır köyü)
Köyden döndüğünde biraz şaşkın, biraz da yeni bir şey keşfetmiş olmanın coşkusuyla konuşuyordu. Gerçi her zaman coşkulu konuşurdu, ama bu sefer “bilimsel bir gerçek keşfetmiş gibi” gururluydu da!
Köyüne uzunca bir aradan sonra gittiği ve artık kitap okuyan, işçi toplantılarında tartışan bir Mehmet Ali de olduğu için olacak, köylülerin çok az kelimeyle konuştuğu gibi bir düşünceye kapılmış.
Ve köyün ortak çeşmesinin yanında olan evlerinin balkonuna oturup, “deney” yapmış!
Gün boyu, köy meydanına gelen köylülerin biriyle konuşurken kullandıkları bütün kelimeleri kaydetmiş. Ve görmüş ki bütün bir gün, köylülerin birbiriyle konuşurken kullandıkları kelime sayısı sadece 60 kadarmış!
Bir gün boyunca kurulan bütün cümleler bu 60 kelimenin kombinasyonu ve cümleleri tamamlayan ya da birbirine bağlayan “küfürlerden” ibaretmiş!
Bu durum elbette Serkiçayırlıların yaşamların basitliği, eğitim düzeyleri gibi çok masum nedenlerle ilgilidir. Ama ülkenin Cumhurbaşkanı ve Başbakanını dinledikçe son günlerde Mehmet Ali’nin karşıma geçip; “Bunların kelime hazinesi bizim köylüler kadar bile değilmiş, üstelik hepten yalana ve küfüre sarılmışlar” dediği duygusuna kapılıyorum.
Mehmet Ali gibi bir deney yapmadım ama Cumhurbaşkanı ve Başbakanının giderek daha uzun ama daha da az sözcükle, belki Mehmet Ali’nin köylülerinin kullandığına yakın ama onlarınki kadar masum olmayan kelimelerle konuştukları kesin.
Örneğin Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin günlerdir, her gün saatler süren konuşmalarının esasını belirleyen cümlelerin şu kelimeler ve kavramlarla kurulduğunu söyleyebiliriz:
Allah, bismillah, din, iman, mezhep, cami, cemaat, cennet, cehennem, peygamber, Kıble, Rabia, secde, Ayet, Hadis, Hutbe, namaz, Miraç, kandil, mucize, Kudüs, Mekke-Medine, Mescidi Aksa, imam hatip, ilahiyat, Diyanet, İslam, Sünni, Alevi, Zerdüşt, ateist, Taksim, Gezi-Gezici, Osmanlı-Selçuklu, Mevlana, Ahmet Yesevi, eren, evliya, “sistem”, “kaynak”, Kandil, İmralı, muhalefet, “paralel yapı”, üçgen”, darbe, komplo, montaj, “üst akıl”, “lobi”, Çanakkale, destan, İstiklal Marşı, vatan, millet, devlet,... Bir vaizin bile bu kadar yoğun kullanmaktan imtina edeceği kelimeler.
Gerisi; HDP, CHP, MHP’nin hedefe konarak, bu kelimelerin iftira, karalama, küfürle birbirine bağlanıp bir konuşmaya dönüştürülmesinden ibarettir.
Doğrusu, ”Bu yüksek zevat ne diyor?” sorusunun yanıtı elbette, halka verecek bir şeyi kalmamış siyaset erbabının yalana, din-mezhep istismarcılığına sığınmasıdır. Ama bugüne kadar Erdoğan-Davutoğlu geleneğinin bile, istismarcılıkta bu kadar ileri gittiği olmamıştı.
Bu da AKP’nin bindiği “alamet”in kendisini dörtnala “kıyamete” götürdüğünün çok somut göstergelerinden biridir.
Evrensel'i Takip Et