'Seçim güvenliği' hak getire!
Son bir ayda, 60 dolayında seçim bürosu, ilçe merkezi, seçim standı faşist, kontra güçler tarafından basılan, seçim çalışması yapan üye ve taraftarları saldırıya uğrayan HDP’ye yönelik sindirme ve yıldırma girişimleri partinin il merkezlerinin bombalanmasına kadar vardırıldı.
Önceki gün HDP’nin Adana ve Mersin il örgütlerine gönderilen (Adana’da paket, Mersin’de çiçek süsü verilen ve kargoyla gönderilen) bombalar dün sabah saatlerinde patladı; Adana’daki patlamada altı kişi yaralandı!
Eğer bugün onlarca ölüden ve yaralıdan söz etmiyorsak, bu tamamen rastlantıdır.
Çünkü bu saldırılar, bazı kışkırtıcıların, polis, yerel faşist-gerici odaklar ve yerel idarecilere sırtını dayayan bir güruhun gürültülü protestosunu aşmış; planlı ve katliam yapmayı amaçlamış saldırılar seviyesine ulaşmıştır.
Çünkü bu saldırılar, günün her saatinde birçok insanın girip çıktığı, toplantı yaptığı parti merkezlerine “zaman ayarlı bombalar” gönderilerek yapılmıştır. Ve bu bombalar dün, HDP’nin Mersin ve Adana il örgütlerinde “eş zamanlı” olarak patlamıştır!
Ne var ki, bunlardan önce yapılan 60 dolayındaki saldırı için yerel emniyet makamları ve savcılıklar herhangi bir soruşturma açma, gözaltına alma, ya da yeni saldırıların olmaması için önlem alma gibi bir girişimde bulunmadıkları gibi, saldırganların sırtını sıvazlayan bir tutum benimsemişlerdir. Dahası, ülkedeki “seçim güvenliği”nden birinci dereceden sorumlu olan Başbakan(*) ve İçişleri Bakanı ya da her konuda kendisini yetkili gören Cumhurbaşkanı, abuk sabuk her konuda tepki koyarken, yasal bir partinin en doğal hakkı olan seçim faaliyetine sistematik bir biçimde saldırılması karşısında haftalardır, ağızlarını açmamışlardır.
Dolayısıyla HDP’ye seçim sürecinin başlangıcından beri yöneltilen saldırılarla şunlar açığa çıkmıştır:
1- Saldırılar; bir rastlantı, bir anlık öfkeye kapılan faşist-gerici grupların kendiliğinden tepkisi değildir.
2- Saldırılar, bomba imal edip bunları kimin gönderdiği belli olamayacak biçimde gönderecek kadar organizedir.
3- Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Davutoğlu, Başbakan Yardımcısı Akdoğan, her gün miting meydanlarından yaptıkları, HDP’yi, “suç örgütü”, bir “ihanet organizasyonu” gibi gösteren konuşmalarıyla hedef göstermektedirler. Dahası bugüne kadar HDP’ye yönelik saldırılara karşı sessiz kalıp göz yumarak, bu karanlık odakların, kontra güçlerin en azından “durumdan vazife çıkarmalarına” yol açmaktadırlar.
Evet, Türkiye hızla seçime giderken, HDP’ye yönelik saldırılar da artık “seçim güvenliğini” ortadan kaldıran bir aşamaya doğru evrilmektedir.
Bu da artık bundan böyle, HDP’ye yönelik saldırılardan yerel emniyet güçleri ve idareden öte doğrudan ülkenin yönetiminden sorumlu olanların, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Hükümetin sorumlu olması demektir.
Burada İçişleri Bakanının ise özel bir yeri vardır. Çünkü Seçim Yasası, “seçimin güvenliği” için, seçimlere üç ay kala İçişleri Bakanının (Adalet ve Ulaştırma bakanlarının da) “bağımsız kişilerden” olmasını şart koşar.
Bu 7 Haziran seçimine üç ay kala da bu makama, “bağımsız” bir bürokrat olan Sabahattin Öztürk getirilmiştir.
Ne var ki, tıpkı Erdoğan ve Davutoğlu gibi, “bağımsız bakan” Öztürk’ün de HDP’ye yönelik bu ”sivil” çetelerin saldırıları karşısında parmağını kıpırdattığını görmedik, duymadık!
Erdoğan-Davutoğlu yönetimi, Türkiye’yi “İmamların sahte oy kullanırken yakalandığı”, oy sandıklarının yedek anahtarlarının konsolosluk görevlilerinde olduğu (Her iki olay da suçüstü tutanaklarıyla belgelenmiştir), HDP’nin seçim bürolarını, il ve ilçe binalarını bombalamaya varan saldırıların yapıldığı ve saldırganların hakkında hiçbir soruşturmanın yapılmadığı bir “seçim güvensizliği” ortamına getirmiştir.
Artık şu bir gerçek ki;
- Bu saldırılar karşısında sinmek, geri çekilmek saldırganları cesaretlendirmekten başka bir işe yaramaz. Tersine daha çok çalışmak, daha cesur davranmak gerekmektedir.
- Saldırganların devletin güvenlik güçleri tarafından engellenerek “seçim güvenliği” için gerekli önlemlerin alınacağını gösteren hiçbir belirti yoktur. Bu yüzden de hem “seçim çalışmasının güvenliğini” hem de “sandık güvenliğini” demokrasi güçleri kendileri almak durumludadırlar.
Ötesi laf!
(*) Davutoğlu, nihayet dün, parti binalarında patlayan bombalardan sonra saldırıyı “şiddetle kınadığını” söyleyebilmiştir.
Evrensel'i Takip Et