Soykırım meselesi (5)
Fotoğraf: Envato
Kirvem,
Şunun şurasında affedersiniz neredeyse çift sarılı yumurtanın gelip gelip kapıya dayandığı şu seçim arifesinde, her biri başlı başına birer “Vatan Kurtaran Şaban” misali meydanlarda attıkları nutuklarla milletimizin gönlünü fethetmeye çalışan bilumum “siyaset erbabı”nın, orada burada esip gürlerken aynı zamanda da bol kepçeyle dağıttıkları “vaat”lerine kulaklarımızı dikmiş, hatta önümüzdeki günlerde de hangi “sihirli değnek”lerle memleketi nasıl düzlüğe çıkaracaklarına odaklanmışken, bu arada kendi payıma haftalardan beri dur durak demeden “kıytırık” bir “sözde soykırım”dan bahsedip, dolayısıyla aklım sıra kendimce önemli bulduğum bu mesele tahtında kalem oynatmam belki de kabak tadı mı verdi bilemiyorum!
Öyle ya da böyle, yine de sıkça tekrarladığım gibi, yüceler yücesi Tanrımızın huzurunda diz çöküp gerçekleri dillendirmem gerekirse, bu konu hakkında şu veya bu vesilelerle iki kelam etmeye her kalkıştığımda içim burkuluyor, kelimenin tam anlamıyla kahroluyorum ama, şu körolası “fıtrat”ım nedeniyle bu meseleye en azından dokunup, bir bakıma hiç olmazsa “teğet” geçmekten de kendimi nedense alamıyorum…
Önceleri neredeyse tümüyle “inkar” edilip, halı altına hepten süpürülmesi “milli birlik ve bütünlüğümüzün” sanki bir nevi olmazsa olmaz kuralı olduğu için, ülkemizde yaşanmış bir “soykırım”dan söz ederken, önüne illa da “sözde” yaftasını yapıştırıp böylece bir taraftan meselenin üstünü güya bu yolla örterken, diğer yandan ülkemizde yaşayan Ermenileri durup dururken “birinci sınıf vatandaş” diye pohpohlamak belki kimilerinin hoşlarına gitse de, benim gibi andavallının teki için bu tanımlama maalesef sadece kırıcı değil, aynı zamanda da milli bütünlüğümüze de tersodur!
Neden?
Çünkü “imtiyazsız, sınıfsız bir kitleyiz” diye bar bar bağıran anayasamızın amir hükümlerinin geçerli olduğu bir ülkede; yerine, zamanına göre şu ya da bu etnisiteye, inanca sahip “vatandaş”ların gönlünü kazanıp, bir bakıma nabızlarına göre şerbet verip onları laf ola beri gele kabilinden sözde yüceltirken, aslında “ötekileştirme”nin daniskasını yaptığımızı, dolayısıyla şuuraltımızda yuva kurmuş çağ dışı zihniyetimizin koordinatlarını farkında olmadan sanki ele mi veriyoruz ne!
Nitekim “yüzyıllık bir acı”yı “sözde taziye” teranesiyle paylaşıp, keza Ermeniler için birinci sınıf vatandaş deyip, hesapça onları yere göğe sığdıramazken, öte taraftan son günlerin moda deyimiyle “manidar” bir zaman diliminde, şu ya da bu gerekçelerle kafamıza estiğinde, gayri ülkemizde giderek en babayani küfür, en aşağılayıcı sözcüklerin bir bakıma bileşkesine dönüşen “Affedersiniz Ermeni!” diyerek bütün bir halkı horlayıp, küçümseyip, bunu da televizyon ekranlarından gönül rahatlığıyla söylüyorsak, ehh o zaman dillere destan olan “usta”lığımızın bu “belagat” faslını, öncelikle içinde bulunduğumuz konum, sırtımızı dayayıp oturduğumuz “koltuk” gereğince daha fazla zaman kaybetmeden iyice gözden geçirip, hatta sil baştan “revize” etmemiz galiba şart mı kim bilir…
Kirvem, son mektubumda “Soykırım sadece kılıçla olmuyor, unutmayalım ki dil yaresi kılıçtan keskindir” diye hepimizce bilinen bir deyimden söz ettiğimi umarım hatırlıyorsun; gerçekten de dilin gönüllerde açtığı “yare”nin yanında kılıç “yara”sının esamisi bile okunmadığı için atalarımız bu deyimi kullanırken yerden göğe kadar haklılar…
İşte şimdilerde bu “dil yaresi”nin bir başka versiyonunu, yani bu diyarlardan tehcir veya falan feşmekan adlar altında sürgün edildikten sonra geride kalan maddi varlıklarına el konulan, daha da doğrusu “ganimet” misali Müslüman ahaliye dağıtılan; Ermeni, Süryani, kısaca “gavur” mallarının akıbeti zaten tarihi bir gerçek olarak ortada dururken, eskiden beri değişmeyen, tam aksine devam eden “gasp”çı zihniyet mucibince tapuları da fi tarihinde “devlet baba”mız tarafından onaylanan bir sürü vakıf mallarında olduğu gibi, keza tam da şu günlerde bir zamanlar parası “peşin peşin kırmızı meşin” düsturuyla ödenip, akabinde de eski sahibine bedavaya tekrar verilen Kamp Armen’in yıktırılması gündemdeyse, o zaman “hukuk devleti”mizin her biri başlı başına birer “adalet sarayı”na kavuştuğu şu diyarlarda acaba devam eden zihniyet, “sözde” mi, yoksa gerçek anlamıyla bir “soykırım”ın ta kendisi mi, bilemiyorum Kirvem!
- Bitmeyen yazı* 05 Nisan 2022 00:14
- ‘Saltanat kayıkları’ meselesi 19 Mart 2022 23:23
- 'Ayıp' meselesi 12 Mart 2022 23:00
- ‘Yamuk beyinler’ meselesi 05 Mart 2022 21:31
- ‘İp ipullah sivri külah’ meselesi 26 Şubat 2022 23:05
- ‘Laklakiyat’ meselesi 19 Şubat 2022 20:45
- ‘Saz çalıp çığırmak’ meselesi 12 Şubat 2022 22:00
- ‘Demirkazık’ meselesi 05 Şubat 2022 23:20
- ‘Minik serçe’ meselesi 30 Ocak 2022 02:15
- ‘Enkaz’ meselesi 23 Ocak 2022 02:43
- ‘Rektifiye’ meselesi 16 Ocak 2022 03:40
- "Aç tavuk" meselesi 09 Ocak 2022 02:30