Yaklaşan kriz ve seçimler
Fotoğraf: Envato
7 Haziran genel seçimlerinin Türkiye’nin yakın tarihindeki en önemli seçimler olduğu konusunda memlekette eşine az rastlanır bir görüş birliği var. Selahattin Demirtaş’ın Kadıköy Yoğurtçu Parkı’ndaki konuşmasında vurguladığı gibi bu seçimler sadece Türkiye değil Ortadoğu ve Avrupa siyaseti açısından da ciddi bir mesaj içerecek. Seçim sonuçları üzerine yorumu seçim ertesine bırakarak öncelikle seçimin toplumsal bağlamını değerlendirmekte fayda var.
Seçimlerin esas konusu Erdoğan liderliğinin tüm yetkileri elinde tutan bir tek adam yönetimi kurup kuramayacağı sorusudur. Uzun süredir sosyal bilimlerde ve siyasette Türkiye’deki gelişmeleri sadece Türkiye’ye özgü tarihsel ve kültürel değerlerle açıklayan bir zihni alışkanlık hakim. Bu açıklamalarda sıkça devletin ve memleket insanının yapısı, kafası, genleri gibi ne idüğü belirsiz kavramlar açıklayıcı bir değişken veya belirleyici bir yapı olarak sunuluyor. Daha da önemlisi bu açıklamalar gündelik konuşmalarda hiç itiraz görmeden kabul görüyor, aktarılıyor, sorgulanmıyor. Hepimizin aşina olduğu, sorgulamadığı, doğal kabul ettiği bu kavram ve varsayımlar aslında hakim ideoloji denilen olgunun tanımına tıpatıp uyuyor. Nitekim siyasal etkileri açısından bakıldığında bahsettiğimiz bu Türk ideolojisinin her krizde mevcut siyasal düzeni nasıl yeniden ürettiğini görmek mümkün.
Ancak karşılaştırmalı bir açıdan değerlendirdiğimizde 12 yılı aşan AKP iktidarının toplumsal olanaklarının sermayenin küresel hareketi tarafından yaratıldığını tespit edebiliriz. 2000’li yıllarda dünya ekonomisindeki büyüme ve finansallaşma Türkiye’ye benzer birçok ülkede, rant dağıtımı karşılığında siyasi destek devşiren klientalist ağlar üzerinde yükselen güçlü liderlerin iktidara geldikleri toplumsal koşulları yarattı. Kuşkusuz sermaye hareketinin toplumsal ve siyasal sonuçları her ülkede aynı biçimde ortaya çıkmadı. Tıpkı yer kabuğunun tektonik hareketi gibi aynı hareket yeryüzünde farklı şekillenmelere yol açtı; kimi yerde çökme, kimi yerde yükselme ve coğrafi/tarihi/yerel özelliklerden kaynaklı farklı etkilere neden oldu. Bu hareketin bir haritasını çıkarmak köşemizin sınırlarını bir hayli aşmakta. Ancak bu harita olmadan da Türkiye açısından sermaye birikiminin bir tıkanma ve hatta bir krizin eşiğinde olduğunu görebiliyoruz. Bizzat sermayenin farklı sektörlerde ve farklı ölçekte faaliyet gösteren temsilcileri Türkiye’nin “orta gelir tuzağına” yakalandığını, yani dünya ekonomileri arasında bir üst gelir seviyesine geçemediğini itiraf ediyor. Sermaye temsilcileri kendi ifadelerine bakarak, Türkiye’nin 24 Ocak 1980 kararları ve 12 Eylül 1980 darbesiyle yürürlüğe koyduğu ihracata dayalı büyüme modeli başarısızlığa uğradığını, Türkiye’nin dünya ekonomisindeki “rekabet gücünün” yüksek teknoloji ve katma değeri yüksek ürünler değil ucuz, güvencesiz, örgütsüz iş gücü olmaya devam ettiğini teşhis edebiliriz. Bu modelin başarısızlığı yeni değildir. 2008’deki finansal krizden bu yana Amerikan Merkez Bankasının dünya piyasasına dolar pompalamasıyla güncel modelin iflası gizlenebilmiş, inşaat gibi rant alanlarına yönelen ucuz finans kaynaklarıyla AKP sanki krizi doğru ekonomi politikalarıyla aşmış gibi gösterilebilmiştir. Ne var ki her borcun bir vadesi vardır ve bu dönemin faturası halihazırda yoksulluk ve ağır çalışma koşullarıyla boğuşan işçi ve emekçilere çıkartılacaktır. Bu konuda şüphe içinde olanlar 1980’lerden beri ekonomik model her krize girdiğinde işçi ve emekçilere dayatılan kemer sıkma politikalarına ve acı ilaç reçetelerine bakabilirler. Bu yıl metal iş kolu başta olmak üzere ortaya çıkan işçi direnişleri göstermektedir ki işçiler 1980’lerden beri hakim olan sarı sendikacılığa karşı mücadeleye başlamıştır. Mücadeleci sendikacılığın askeri diktatörlük eliyle yok edilmesi ve iş birlikçi sendikacılığın örgütlenmesi 1980 darbesinin ucuz iş gücüne dayalı ekonomik modele yaptığı en büyük katkı olmuştur. İşçi mücadelesi henüz daha ekonomik kriz ilan edilmeden ve krediler, borçlar döndürülebiliyorken yükselmeye başlamıştır. 12 Eylül rejiminin en kritik ayağına karşı işçilerin kendiliğinden ve toplu halde başlayan mücadelesinin olası bir ekonomik krizde nasıl bir düzeye evrileceğini ve bunun siyasi etkilerinin ne olacağını öngörmek mümkün değildir. Fakat kriz durumunda burjuvazinin işçi hareketine karşı tüm ideolojik aygıtları ve uzantılarıyla yasakçı ve baskıcı bir devlet idaresine ihtiyaç duyacağı şüphe götürmez. İşçilerin 6 Haziran seçimlerini bu açıdan ele alıp, seçim sonrası patlaması muhtemel bir krizde karşılarına çıkacak otoriter bir rejime karşı etkili bir siyasi mevzii tahkim etmeleri kendi çıkarlarının gereğidir. Kendi meşru haklarını savunabilmelerini baskı ve zorla önleyecek, grevlerini yasa dışı ilan edecek bir başkanlık rejimine karşı HDP’ye oy vermek işçilerin kendi çıkarlarının gereğidir.
- Türkiye-Suriye ilişkisi 18 Aralık 2024 04:58
- Ortadoğu’da yeni döneme girerken vaziyet 11 Aralık 2024 04:32
- Lindner’in komplosu ve Almanya’da seçimler 27 Kasım 2024 04:40
- Trump'ın zaferi: Enflasyon algısı ve 2008 sonrası aile şirketleri 13 Kasım 2024 04:08
- ABD’de seçimler ve yeni saflaşma 06 Kasım 2024 04:51
- Yeni Yeşil Düzen’in sergüzeşti 30 Ekim 2024 04:35
- Tırmandırarak gerilimi azaltmak 02 Ekim 2024 04:16
- AfD’li sınıf fraksiyonları ve aile/cinsiyet politikaları 11 Eylül 2024 05:03
- Saksonya ve Thüringen'de seçimler 04 Eylül 2024 04:30
- AfD'nin aile politikası 28 Ağustos 2024 04:15
- Thüringen'de nüfus, aile ve siyasi eklemlenme 21 Ağustos 2024 04:39
- Taşra ve siyasi kültür: Doğu Almanya'da seçimlere doğru 14 Ağustos 2024 04:22