27 Mayıs 2015 01:00

Kıbrıs ve demokrasi

Kıbrıs ve demokrasi

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Derler ki, Padişah Sarı Selim (nam-ı diğer Sarhoş Selim), şarabını çok sevmeseydi Kıbrıs’ı fethetmezdi! Tarihle masal birbirine karışınca gerçeği anlamak imkansız hale gelir. Açıktır ki, Kıbrıs’ın fethi, Osmanlı için ekonomik ve siyasal bakımdan stratejik önem taşıyan bir Akdeniz adasının ele geçirilmesiydi. Selim, şarabı sevse de sevmese de Kıbrıs’ın ele geçirilmesi gerekliydi.
Zamanla elindeki toprakları yönetemez hale düşen Osmanlı, adayı İngiltere’ye teslim etti. İngiltere için, hele o dönemde, böyle bir köprü başı paha biçilmez bir nimetti. İngilizler adada yaşayan iki halkın (Rum ve Türk) ortak irade geliştirmelerini önlemek için sömürgeciliğin bütün kirli yöntemlerini kullandı. Birleşik ve bağımsız bir Kıbrıs ihtimalini önlemek üzere iki halk arasında sürekli sorunlar çıkardı, onları böldü ve özellikle de Türk iş birlikçiler eliyle Rum özgürlük ve demokrasi hareketini baskı altında tuttu. Bu arada, yalnızca adalı Türkleri değil, Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerini de (Ki o zaman Menderes hükümeti işbaşındaydı) sorunun bir parçası haline getirdi.
Ünlü 6-7 Eylül 1956 olayları, bir yandan Türkiye gericiliğinin İstanbul’u Rumlardan temizleme özlemini gerçekleştirmeye hizmet etti, diğer yandan Türkiye ile Yunanistan ve Kıbrıs’ta da Türk ve Rum halkları arasında yıllar sürecek düşmanlıkların doğmasına yol açtı.
Türkiye ise, bundan iç politikada da yararlandı. Milliyetçi ve şoven düşmanlıklar temelinde halkı kışkırtmak ve hükümet etrafında toparlamak için Kıbrıs meselesini sonuna kadar kullandı.
1974’te çok uzun zamandır dört gözle beklenen fırsat doğdu. Kıbrıs’taki faşist darbe bahane gösterilerek asker çıkarıldı ve ada, fiilen ikiye bölündü. Böylece hem İngiliz üslerinin varlığı tam güvence altına alındı, hem de Türkiye askeri ve siyasi bakımdan orada yeni bir uzantı kazandı. Bunun ne büyük bir bela olduğu zamanla görüldü. Adadaki Türk askeri ve siyasi varlığı, hem Türkiye için, hem Ada’da yaşayan Türkler için tam bir belaya dönüştü. Türkiye, Kıbrıs’ı bütün geri işgalciler gibi, mafyatik bir üs olarak kullanmanın ötesine geçemedi. Kendi maliyesine yük olacak bir sürü besleme kapısı açarken, kumarhanecilerin ve kara para aklayıcılarının yatağı haline getirdi. Kıbrıslı çiftçi, balıkçı, esnaf, emekçi Türkler, Rum halkıyla birlikte ortak bir ülke kurabileceklerine her zaman inandılar, barış ve demokrasi istediler. Ancak Türkiye ve bağımlı yöneticiler buna gidebilecek her yolu tıkadılar. Bugüne kadar her yönden bağımlı yöneticiler elinde Türkiye’nin “Yavru Vatan” olarak adlandırdığı toprak parçası üzerinde kimliksiz ve iradesiz yaşamaya zorlandılar.
Yeni cumhurbaşkanı seçimleri, Türkiye’nin istemediği bir biçimde, halkların ortak özlemini gerçekleştirme yönünde adımlar atmayı isteyen Mustafa Akıncı’nın zaferiyle sonuçlandı. Akıncı, seçim süreci boyunca, “Rumların adamı”, “Fetullahçı” olarak karalanmak istendi. Bu demekti ki, Akıncı’yı Türkiye hükümeti de, Kıbrıs’ta hakim olan ve bütün gücünü “Rum düşmanlığı” üzerinden sağlama almaya çalışan çevreler, kısacası barış ve demokrasiden ödü patlayanlar istemiyorlardı. Halkın yüzde 60’tan fazlası ise onlara inat Akıncı’yı seçti.
Kuşkusuz, bir yanda birikmiş ve fosilleşmiş sorunlar yumağı, diğer yandan her türlü komployu kullanmayı politika bilmiş çevrelerin varlığı Akıncı’nın ve barış-demokrasi isteyenlerin önüne dikilecektir. Daha ilk günden Recep Tayyip Erdoğan’ın Kıbrıs’a ayar vermeye çalışması da bunun belirtisiydi.
Çünkü Kıbrıs’ta demokrasi ve bağımsızlık demek, Türkiye gericiliğinin atar damarlarından birisinin kesilmesi demektir. İdeolojik ve politik olarak, gerici partileriyle, derin devletiyle, kumarhanecileri ve kara para aklayıcılarıyla Türkiye’nin karanlık ve vahşi güçleri, çok önemli bir dayanağını kaybedecektir. Kıbrıs’ı iç sorun olarak görenler, orada gelişecek bir demokrasinin kendilerini fena halde hırpalayacağını biliyorlar.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa