Geçim ve seçim: Sendikal ve siyasal hakları beraber düşünmek
Fotoğraf: Envato
Bursa Renault fabrikasından ülkenin başka işyerlerine, iş kollarına yayılan işçi mücadelesi toplumda ciddi bir dalganın varlığını gösteriyor. Bu dalga henüz siyasi bir ifade bulmuş değil. Yani işçiler işyerindeki mücadeledeki birliklerini ortak çıkarları doğrultusunda ülkenin idaresine müdahale edecek bir siyasi birliğe yöneltmiş değiller. Ancak bu siyaset yapmadıkları anlamına gelmiyor. Örneğin, saat başına 2 TL’lik ücret artışı talebi sadece “ekonomik” bir talep olmanın ötesinde, hem ürettikleri toplam değerden daha fazla pay almak hem de bu meşru taleplerini elde edebilmek için gerekli olan örgütlenme hakları için mücadele ettiklerinin bir ifadesidir. Bursa’daki işçilerin çoğu “Biz siyaset yapmıyoruz hak arıyoruz” derken kendi aralarında farklı partilere oy veren veya üye olan işçilerin birliğini ülkedeki hakim siyasi kutuplaşmadan korumaya çalışıyorlar. İşçiler bu kutuplaşmada bir taraf olmadıklarını vurgulayarak bir yandan da çok gergin bir seçim ortamında toplumun tümünden destek almaya, yani toplumsal meşruiyet zeminlerini genişletmeye çalışıyorlar. Bu iki tavır da birliklerinin ve mücadelelerinin selameti açısından doğrudur. MESS ve Türk Metal’le mücadele eden işçiler daha şimdiden 12 Eylül rejiminin gerekçesi ve toplumsal dayanağı olan darbeci işveren sendikacılığı ve sarı sendikacılığın önüne set çekmiş durumda. Bu, esasında 12 Eylül rejiminin kaldırılmasına yönelik önemli bir kazanımdır. Fakat nasıl 12 Eylül anayasası büyük kitleler gözünde meşruiyetini yitirmesine rağmen henüz yeni bir anayasa üzerinde uzlaşılamamışsa, 12 Eylül sendikal vesayeti de meşruiyetini yitirmesine rağmen bundan sonra nasıl bir sendikal örgütle yola devam edileceği belli değildir. İşçilerin önündeki tercihleri değerlendirirken, kendi birliklerini güçlendirecek sendika ve sosyal haklar, grev, toplantı ve gösteri hakları konusunda taleplerini netleştirmeleri ülke demokrasisine büyük bir katkı sunacaktır. İş yerlerinden yükselen bu hak talepleri etrafında kenetlenme hem işçilerinin birliğinin hem de toplumun diğer çalışan kesimlerinde kazanmış oldukları meşruiyetin sürdürebilmesini ve genişletilmesini sağlayacaktır.
İşçilerin hak mücadelesinin önünde görünen en büyük risk bir ekonomik krizdir. Ekonomik krizler işverenlere işten atma tehdidini kullanarak işçilerin birliğini dağıtma ve toplumdan aldıkları desteğin altını oyma fırsatı verir. Böylece kriz yönetimi işçilerin mevcut kazanımlarını ellerinden almaya çalışır. İşten atma tehdidi işçileri hak arama ile geçim arasında bir seçim yapmaya zorlayarak onların birliğini bozmayı amaçlar. İşsizliğin yaygın olduğu ülkemizde böyle bir dayatma “işleri, maaşları, hakları var ama yine de şikayetleniyorlar” diyerek işsizleri ve diğer çalışan kesimleri işçilere karşı kışkırtarak işçilerin hak mücadelesinin toplumsal meşruiyetini, toplum nezdindeki haklılığını yok etmeye çalışır. Ancak ekonomik krizler işçilere kendi talepleri etrafında daha sıkı örgütlenebilme ve toplumu bu taleplere ikna edebilme imkanı da sunar. İşçilerin kendi aralarında birlik sağlayabilme ve toplumsal ittifaklar kurabilme yetenekleri muhtemel bir ekonomik krizde nasıl bir kriz yönetimiyle karşı karşıya kalacağımızın temel belirleyeni olacaktır.
Ülkenin rejiminin oylandığı bir seçime doğru giderken işçi mücadelesinin sendikal taleplerinin ötelenebildiğine hem iş yerlerinde hem de seçim kampanyalarının vurgularında tanık olduk. AKP hükümeti krediyi döndürerek ekonomik krizi ötelemeyi becermiştir. Ekonomik kriz patlak vermiş olsaydı geniş kitleler açısından krizin sorumluluğu AKP’ye yüklenecek, krizden çıkış için alternatif aranacaktı. Krizin henüz patlamadığı ancak halkın satın alma gücünün giderek düştüğü, işten kovulma ve borçlarını ödeyememe endişesinin arttığı bir dönemde AKP yönetimde istikrarsızlığın krizi tetikleyeceği korkusu üzerinden oy almaya çalışıyor. Bu taktik seçimde AKP’ye hızla düşen oylarının bir kısmını bir arada tutma fırsatı veriyor, ama HDP’nin oylarının yükselmesini ve barajı aşmasını engelleyebilmiş değil. Bugün göründüğü gibi HDP barajı aşarsa o zaman 12 Eylül düzeninin bir diğer önemli sacayağı olan seçim barajı da yıkılmış olacak. Böylece birbirinden görece ayrı mecralarda ve ayrı tempoda ilerleyen demokrasi güçleri 12 Eylül’ün sendikal ve siyasi düzenini fiilen geçersiz kılacaklar. Bu tarihi fırsat işçi hareketi ve HDP/HDK tarafından doğru değerlendirilirse önümüzde beliren muhtemel bir ekonomik kriz ve erken seçimden işçiler güçlenerek çıkacaklardır. Bu gelişme ise sadece işçiler değil barış ve demokrasi talep eden herkes için bir kazanım olacaktır.
- Türkiye-Suriye ilişkisi 18 Aralık 2024 04:58
- Ortadoğu’da yeni döneme girerken vaziyet 11 Aralık 2024 04:32
- Lindner’in komplosu ve Almanya’da seçimler 27 Kasım 2024 04:40
- Trump'ın zaferi: Enflasyon algısı ve 2008 sonrası aile şirketleri 13 Kasım 2024 04:08
- ABD’de seçimler ve yeni saflaşma 06 Kasım 2024 04:51
- Yeni Yeşil Düzen’in sergüzeşti 30 Ekim 2024 04:35
- Tırmandırarak gerilimi azaltmak 02 Ekim 2024 04:16
- AfD’li sınıf fraksiyonları ve aile/cinsiyet politikaları 11 Eylül 2024 05:03
- Saksonya ve Thüringen'de seçimler 04 Eylül 2024 04:30
- AfD'nin aile politikası 28 Ağustos 2024 04:15
- Thüringen'de nüfus, aile ve siyasi eklemlenme 21 Ağustos 2024 04:39
- Taşra ve siyasi kültür: Doğu Almanya'da seçimlere doğru 14 Ağustos 2024 04:22