Önce zihnindeki barajı sonra da seçim barajını yık! Barış, adalet, özgürlük ve eşitlik için...
Fotoğraf: Envato
Geçen hafta özetle dedim ki: Kapitalist üretim biçimi hüküm sürdükçe eğitim belirli bir düzeye kadar ve belirli bir amaçla var olabilir. Eğitim belirli bir düzeye kadar ve belirli bir amaçla var oldukça demokrasi de ancak o kadar var olabilir. Demokrasinin varlığını kapitalizme ve buna bağlı olarak da bir ülkede yaşayanların eğitim düzeyine bağladım. Peki, parlamenter demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan seçimlerin yapılabilmesi için hangi temel ilkeler gereklidir? Kapitalist üretim biçiminde bu temel ilkelerin yaşama şansı nedir? Bu temel ilkelerin yaşayabilmesi ve yeniden üretilebilmesinde eğitim sisteminin payı nedir? Bu temel ilkeler, tabii ki adalet, özgürlük ve eşitlik...
Genel seçimlerin adil, özgürlükçü ve eşitlikçi bir ortamda yapılıp yapılamayacağından çok fazla kuşku duyulmaya başlandı. Bu kuşkunun arttığı bir ortamda seçimlerin sonuçlarına ne kadar güvenilebilir? Oylar sayılırken hile yapılacak mı? Oylar ilçe seçim kurullarına götürülürken sahte oy pusulalarıyla değiştirilecek mi? Oylar bilgisayara girilirken hile yapılacak mı? Bu ve bu gibi sorulardan dolayı müşahitlik için ülke çapında sivil girişimler kuruldu ve partiler de müşahitlik kurumuna daha fazla önem vermeye başladılar. Bunları nasıl oldu da, konuşur hale geldik diye merak ediyorsanız aslında sistemde bunların habercisi bazı eğilimler, uygulamalar, kanunlar ve düzenlemeler var. Sistem bas bas bağırıyor: “Ben iktidara gelmek için her şeyi yaparım. Bu oyunda galip gelmek için her yol mübahtır.”
Aday olmak ve seçim kampanyasını sürdürebilmek için gereken sermaye, “Paran yoksa aday olamazsın ve kendini oy verilecek bir aday olarak görünür kılamazsın” anlamına gelmiyor mu? Devletin bütçesinden partilere Mecliste yer alma oranlarına göre maddi destek verilmesi, bazı partilerin daha baştan yarışa geriden başlamaları anlamına gelmiyor mu? Parti temsilcilerinin televizyonda konuşmaları için ayrılan sürenin önemli bir kısmının iktidar partisi tarafından kullanılması da aynı eşitsizliğin parçası değil mi? Bütün bunlar, herkes tarafından gayet rahatlıkla sindirilmiş gibi... Bu önceliklere ve ayrıcalıklara sahip olanlar da, bunları hiç sorgulamadan kullanıyorlar.
Tabii ki en önemli avantaj da, yüzde 10 barajı... Elli altı milyon civarında seçmen var. Beş milyon altı yüz binden bir eksik oy alırsa bir parti, o partiye oy veren insanlar Mecliste temsil edilemeyecek. Meclise giren partiler de gerine gerine dolaşacaklar halkın çoğunluğu onları gerçekten onları seçmiş gibi... Korkunç bir eşitsizlik... Meclise giremeyen partilere oy verenlerin temsil edilme özgürlüğü, kendini ifade özgürlüğü engellenmiş olacak. Bir ülkede yaşayan 1000 kişilik bir grup bile temsil edilemese büyük bir eşitsizlik meydana gelecekken milyonlardan söz ediyoruz. Neden böyle? Koalisyon olurmuş da, istikrarsızlık olurmuş, ülke kargaşaya sürüklenirmiş, falan filan. Bunu söyleyenler kendileri gibi düşünmeyenlerle anlaşamayacaklarını daha baştan ilan etmiş oluyorlar. Bu da mutlak iktidar arzusunu göstermiyor mu bir ölçüde... Güçlü iktidarı engel olarak görmek, gibi ifadeler kullanıyor Hükümet. Halbuki güçlerin ayrılığı ilkesi adalet, eşitlik ve özgürlüğün garantisi... Ama bu hükümet tarafından yürütmeye engel olarak görülüyor bu ilke. Tabii ki güçlü iktidar bir ülke için engel ve büyük bir tehlike. Güçlü iktidar ile bir ülkeye zulmedilir ancak. Toplumun her kesiminin temsiliyet hakkının gözetildiği ülke, yani esas güçlü bir ülke arzu edilir bir şey olmalı. Şöyle bir düşünün, baraj sayesinde, yüzde 35-40 oy alsanız bile Meclisteki milletvekillerinin yüzde 60-65’i sizin olsun. Yani güçlü iktidarsınız. Dolayısıyla diğer partilerle anlaşmanıza hiç de gerek yok. Halkın geri kalanını ikna etmenize bile gerek yok. İstediğinizi yaparsınız. Adalet sistemini de kendi amacınıza göre şekillendirirsiniz. Zaten sistemde eşitlik temelinde kanunlar olmadığı için bu gücü elde ettiniz. Dolayısıyla bu eşitsizliği yeniden üretecek adımları atmaya devam edersiniz. Bu da sizden başkalarının özgürlüğünü tabii ki kısıtlar. Eğitim sistemini de kendi istediğiniz gibi biçimlendirdiğinizde sağlıklı bir demokrasi için gereken toplumsal gelişme sürecini engellemiş ve yönlendirmiş olursunuz. Yani, tabii ki aslında böyle olmak zorunda değil ama bizim sosyokültürel coğrafyada her şeyin kontrolünü ele geçirmeye çalışmak, iktidarını kendinden başkalarına kabul ettirmeye çalışmak, oyunlarda hep önde hep başta hep galip olmaya çalışmak, başkalarının varlığına tahammül edememek o kadar baskın durumlar ki, bu barajın varlığı da, bu durumların bir yansıması ve tabii ki çok önemli bir fırsat bu baraj.
Eğitim hakkı da dahil olmak üzere, hakların eşitlikçi temelde kullanıldığı ve buna bağlı olarak özgürlükçü bir yetişme sürecinin sürdüğü bir ülkede adil bir hukuk sistemi her şeyin garantisi olur. Fakat adaletin hüküm sürmesi için de kalkınmayı ikinci plana atmak gerekir. Ama ne olursa olsun kalkınma dersen, adalet ikinci planda kalabilir. Oysaki eşitlikçi, özgürlükçü ve adil bir düzende insanlar kendilerini güvende hissettikleri zaman her daim üretmeye de hazırdırlar. Yeter ki ürettiklerinin ve üretim araçlarının kontrolü de kendilerinde olsun...
- Eğitimde reform… Kim için ve ne için? 15 Ekim 2016 00:26
- İhtisaslaşmış kölelik 17 Eylül 2016 00:11
- Meslek liselerinin devri? 10 Eylül 2016 00:56
- Mültecilik, kölelik midir? 03 Eylül 2016 00:54
- Özgürlük, adaletten başka bir şey değildir 06 Ağustos 2016 00:51
- İnsan olmak, demokrasi ve yabancılaşma 30 Temmuz 2016 01:00
- Demokrasi eğitimi ve demokrasinin neresindeyiz? 23 Temmuz 2016 00:51
- Vatandaş mı, yandaş mı, düşman mı? yoksa insan mı? 16 Temmuz 2016 00:51
- Yabancı öğretmen yetiştirme düzeni 09 Temmuz 2016 01:00
- Performans kaygısı 02 Temmuz 2016 01:00
- Maarif Vakfı Kanunu 25 Haziran 2016 00:51
- Başka bir seçenek hakkı için: ‘Yeter Artık’ 18 Haziran 2016 00:13