Fren meselesi
Fotoğraf: Envato
Bu yazı seçim yasaklarının bulunduğu gün yayımlanacağından, seçim yasaklarını ihlal etmemek endişesi ile, suya sabuna dokunmadan bir şeyler söylemek durumundayım. O nedenle, biraz geçmişe öykünerek, bugüne gelmek istedim.
Geçen günlerde ortalarda yeni bir “Aydınlar Bildirisi” başlıklı imza metni dolaşıyordu. Eksik olmasın dostlarımız, bana da metni göndermişler, fakat ben metni imzalamadım. Metni imzalamamamın iki sebebi var. Bugün kısaca bu konuda kafamdaki sebepleri tartışmak istedim.
Birincisi, “aydın” kimdir, kim kime aydın yaftasını yapıştırma hakkını haizdir; kim kendini aydın olarak niteleme gücüne ya da saygısızlığına sahiptir? Aydın salt okumuş insan değildir; aydın cahil, fakat ümmi olabilir. Aydın kelleyi koltuğunun altına alabilir. Aydın, yalaka değildir. Aydın, kamu otoritesinden emir, direktif ya da paye almaz. Böyle insanlar var mı ki Türkiye’de, böyle bildiriler dolaştırılıyor! Bakınız, bilim dünyasına, hepsi suskun; bakınız din ulemalarına, hepsi suskun; bakınız yargı dünyasına, hepsi suskun; bakınız medya alemine, istisna dışında, hepsi yandaş; bakınız halka, hepsi suskun! Demek ki, halkımız henüz cemaat olmaktan kurtulup cemiyet olmamış, demek ki kurumlarımız henüz kurumsallaşmamış! Zaten, bu süreçler tamamlanmış olsa idi, ne zenginlerin yalısında oy pazarlığı yapılabilirdi; ne üniversiteler üzerinde boza pişirilebilirdi; ne yargı böylesi siyasallaştırılabilirdi; ne medya böylesi köleleştirilebilirdi; ne de halkı kutsalı olan din kurumu böylesi siyasete alet edilip ayaklara altına alınabilirdi! Ne yazık ki, toplumun ve kurumların genel görünümü budur!
Gelelim ikinci meseleye. Araba kullanırken daima frene hakim olma konusuna çok dikkat etmişimdir. Gaza basarken bile, sanki ayağımın yarısı fren pedalı üzerinde gibi idi. Çünkü motor durursa, statik bir duruma kavuşmuş oluruz ki, bu durumun denetlenmesi kolaydır. Oysa, fren bozulursa ya da yoksa duruma hakim olamayız, durum kontrolümüzden çıkar. Bu sakıncalı yazıya konu düşünürken hep aklıma bu mesele takılıyordu. Yazıyı yazmaya başlarken, bilgisayarımda bir de gördüm ki, sevgili Korkut Hoca’mız Sendika. Org yazısında Marx alıntısı ile fren konusunu işlemiş. Hoca ile yan yana durmak haddime değil, ama öteden beri düşündüğüm bu konuyu, günün hassasiyeti nedeniyle, biraz iğreti olarak sizlerle paylaşmak istiyorum.
Kimliği ve geçmişteki uygulaması ne olursa olsun, hiçbir siyasi partinin tek başına iktidarda olması arzulanır bir durum olamaz. Böyle bir durum, sınıflı toplumlarda tek kanatla uçan kuş misali yanlıştır; bu durum sınıfları temsil edemeyeceği gibi, burjuva demokrasi anlayışına dahi aykırıdır. Bu bağlamda koalisyonlara karşı olunmasının mantığını anlamamız gerekir. Kim, hangi sınıf koalisyonu reddetmekte ve koalisyonların ülkeye zarar verdiğini, halklara ve bizzat zarar görenlerin ufak kafasına nakşetmektedir?
Sözünü ettiği bildiride imza koyanlarla aynı karede olmanın mantıklı olmayacağını düşündüm. Bu dostlar “yetmez, ama evet” tayfasında yer almışlardı. İşte bu oylar ülkenin buralara taşınmasında çok büyük işlev gördü. Son dönem siyasetinin, bir yandan IMF-Derviş modeli ile emperyalizme teslimiyeti, diğer yandan da güçlü tek parti yönetimi ile kesinlikle frenlenmesi gereken bir durum olduğunun algılanması gerekiyordu. Umalım, vakit çok geç değildir!
- Sistemin sis perdesi: Bütçe tartışmaları 23 Kasım 2024 05:00
- Akılcılığa yöneliş 16 Kasım 2024 04:51
- TÜYAP konuşmaları 09 Kasım 2024 04:25
- Cumhuriyet halk rejimidir, fakat… 02 Kasım 2024 05:08
- Kaos 26 Ekim 2024 03:57
- Kevork Ağabey, müjde, oğlun Nobel aldı! 19 Ekim 2024 04:46
- Siyasi yalan 12 Ekim 2024 05:00
- İktidarın anayasa histerisine şiddetle karşı çıkılmalıdır! 05 Ekim 2024 04:33
- Boğaziçililer günü 28 Eylül 2024 05:07
- Cinayetin siyasallaştırılarak, perdelenmesi 21 Eylül 2024 04:40
- AKP’nin özü netleşiyor 14 Eylül 2024 04:45
- AKP, politikalarını düzeltebilir mi? 07 Eylül 2024 04:56