Seçim sonrası
Türkiye’nin en sıra dışı koşullarda gerçekleşen seçimlerinin ardından süreç aynı sıra dışı koşullarda işlemeye devam ediyor. Kampanya döneminde sahaya inen Cumhurbaşkanı, görünen o ki; koalisyon görüşmelerinin de başlıca aktörü olma yolunda.
Başbakan Davutoğlu’nun seçim sonuçlarına ilişkin -belki de tek isabetli- değerlendirmesi “Halk başkanlık sistemine yetki vermemiştir” biçiminde olsa da, seçimlerden önce hayata geçirilen fiili başkanlık sisteminin koalisyon arayışları esnasında da işletilme çabasına tanık oluyoruz.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun onayı ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşen Deniz Baykal’ın açıklamaları, görüşmenin hükümet arayışlarına ilişkin içeriğini ortaya koyuyor. Erdoğan’ın bu görüşmeden muradı kimilerinin iddia ettiği gibi sadece “uzlaşma algısı” yaratmaya yönelik bile olsa, sanki başkanmış gibi davranma çabasını sürdürdüğü gerçeğini değiştirmiyor. Üstelik bu kez kerhen de olsa CHP yönetimi de bu fotoğrafa katkı sağlıyor.
Kaldı ki, gerek sermaye örgütlerinin yaptığı açıklamalar gerekse Kemal Derviş’in muhtemel bir AKP-CHP koalisyonuna ilişkin güzellemeleri Baykal-Erdoğan görüşmesinin algı yönetiminden öte bir anlam taşıdığına işaret ediyor. Bu seçeneğin tabanda ve Türkiye seçmeninin yaklaşık yüzde 60’ında yaratacağı memnuniyetsizliği bastırmanın sloganı da “Ülkeyi hükümetsiz bırakmamak sorumluluğu.”
Seçim sonuçlarına göre içinde AKP’nin yer almadığı pek çok hükümet seçeneği mümkün olduğu halde, gerek CHP gerekse MHP sözcüleri ülkeyi hükümetsiz bırakmama “sorumluluklarını” AKP ile yürümenin başlıca argümanı haline dönüştürmüş durumdalar. Örneğin MHP, HDP’nin bir ucundan dahil olduğu tüm seçenekleri hoyratça reddederken, AKP konusunda oldukça “sorumlu” davranıyor. Genel Başkan Devlet Bahçeli’nin twitter hesabından yaptığı açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla kırmızı çizgiler “AKP’nin özeleştiri yapmayı unutmaması” düzeyine çekilmiş durumda.
Benzer şekilde, Kemal Derviş de gönlündeki “büyük koalisyon” seçeneğini açıklarken CHP’ye “sorumluluklarını” hatırlatıyor.
AKP’nin amacı ise büyük ortağı olacağı bir koalisyonla 13 yıldır ilk kez kaybettiği Meclis çoğunluğunu etkisiz kılmak. Bu koalisyon ne kadar “büyük” olursa, muhalefeti etkisizleştirebilme gücünün o kadar artacağını düşünüyor. Yaşadığı panik havası çok açık. Ancak Davutoğlu, bu paniği de yine AKP’nin alışageldiğimiz tehdit üslubuyla yönetmeye çalışıyor.
“Kiminle koalisyon yapacağımıza biz karar veririz... İşleri biz yürütürüz... Bize kapı kapatılırsa her türlü opsiyonu düşünürüz” diyerek bir erken seçim ihtimalinin de masada olduğunun altını çiziyor. Daha doğrusu muhalefeti “tekrar seçim” tehdidiyle “terbiye” etmeye çalışıyor.
Muhtemel bir erken seçim durumunda Erdoğan ve AKP’nin başkanlık sisteminin aslında ne kadar “elzem” olduğunu çok daha güçlü bir şekilde savunacaklarını düşünecek olursak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, iktidar cephesinde değişen bir şey yok. AKP bugüne kadar aslında hesap vermesi gereken her siyasal icraatı siyasal ranta dönüştürebildiği için 13 yıl boyunca iktidarda kalabildi. Bugün de aynı ezberi tekrarlıyor ve seçim yenilgisinden de rant devşirmeye çalışıyor.
Şu ana kadar tutumu en net olan ve seçim öncesi sözlerine en sadık kalan partinin HDP olduğunun da bir kez daha altını çizmek gerekiyor. HDP “ülkenin hükümetsiz kalmaması” sorumluluğunu diğer muhalefet partilerinden farklı değerlendiriyor. Türkiye seçmeninden oy isterken söz verdiği üzere; AKP’nin içinde yer aldığı herhangi bir iktidar seçeneğine katkı sağlamayı reddediyor. Buna karşılık AKP’nin olmadığı her seçeneği diğer tüm partilerle görüşmeye hazır olduğunu belirtiyor.
Evrensel'i Takip Et