Milli irade ve milli eğitim
Fotoğraf: Envato
Türkiye tarihinde birçok ilkin yaşandığı ve devlet eliyle kutuplaştırmanın tavan yaptığı bir seçimi geride bıraktık. Bu konuda epey yazıldı, tartışıldı ve analizler yapıldı. Bir kritik dönemeç olan genel seçim, haksız ve adaletsiz yüzde 10 barajını yıkarak Meclis aritmetiğini ve rengini değiştirmiş oldu. Kürtlerin/ötekilerin Meclise girmesini engellemek üzere kurulan baraj yıkıldı ama tüm saldırı, katliam ve linç girişimlerine rağmen başarılı sonuç alan ötekilerin kutlamalarının yasa dönüşmesi için derin kuvvetler ortalığa salındı ve kaostan medet umuldu. Akılcılık ve serinkanlılık olası kaotik durumu da önlemiş durumda. Şimdi, mili irade ve milli eğitimi sorgulamanın zamanıdır.
Lisede iken milli şuur kavramı da sıkça karşımıza çıkardı. Çoğumuz için soyut olmasına rağmen (milli) tarih öğretmenlerimiz için çok önemliydi. Hiç unutmam: Milli şuur konusu işlenirken gülen bir sınıf arkadaşım (milli) tarih öğretmenimizden yediği şiddetli bir tokatla yere kapaklanmıştı. Derken aradan yıllar geçti milli tarih, milli coğrafya derken milli irade kavramı ortaya atıldı. Milli eğitim ise hep demirbaş bir kavramdı. Şimdi, çok daha iyi anlıyoruz ki bu kavramlar tek-tip bir toplum yaratmak üzere derince düşünülen, tartışılan ve milli uzmanlar tarafından ciddiyetle işlenilen kavramlarmış!
Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı Yönetmeliğinde, “Eğitim ve öğretim programlarının milli, bilimsel, toplumsal ve evrensel değer ve standartlara; kalite, erişim, verimlilik, etkililik, fırsat eşitliği ilkelerine uygunluğunu sağlayacak politika ve stratejiler geliştirmek için çalışmalar yapmak” da yer alır. Dikkat ederseniz milli, bilimsel ve evrensel değerler bilinçli şekilde bir arada kullanılmıştır. Hem milli hem bilimsel ve hem de evrensel! Gerçekten çok komik değil mi?
Eğitimde fırsat eşitliğinin olmadığını her saniye bu alanda döndürülen dolaplardan çok iyi şekilde görüyoruz ve biliyoruz. Çocuklarımızın bu milli eğitim kaosu içinde nasıl eşyaya dönüştürüldüğünün canlı tanıklarıyız. Her çocuğun/gencin ekonomik gücüne göre sınıflandırılmış okullarda/sınıflarda “fırsat eşitliği” içinde nasıl “kaliteli ve verimli” bir eğitim aldığının da farkında olmalıyız elbette!
Koalisyonla ilgili tartışma ve görüşmelerde acaba milli eğitimdeki bu kaosun yeri ve anlamı var mıdır? Milli eğitimde normalleşme sağlanıp öğrenci merkezli eğitime geçilmeden sorunların çözülmesi çok zordur. Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesinin devasa bir rakama ulaşmasını umarım şimdi daha iyi anlıyoruzdur. Resmi ideolojinin aygıtları olarak milli eğitim ve Diyanet İşlerinin bahse konu olan milli iradenin şekillenmesiyle ilgisi olmadığını söylemek için ya aptal ya da şarlatan olmak gerekir bence.
Toplum mühendisliği dediğimiz olay işte bu şekilde çalışan aygıtlar eliyle toplumun tek-tip şekil almak üzere bir kalıba dökülmesi sürecidir basit olarak. Şu anda arzulanan ürün milli irade diye kavramlaştırılmaktadır. Bu sürecin ne kadar bilimsel ve evrensel olduğunu görmek için sınav manyağına dönüştürülen çocuklarımıza yakından bakmak yeterlidir.
Şimdi şu soruyu soralım kendimize: Çocuklarımızı gerçekten seviyor muyuz? Samimi olarak cevaplamak gerekirse seviyoruz desek de sevmediğimiz çok açık! Anne-babayız, veliyiz ve seçmeniz aynı zamanda. Çocuklarımızı gerçekten seviyor olsaydık seçmenler olarak çocuklarımızı ve gençlerimizi otomatlara dönüştüren bu sistemi değiştirmemiz ve dönüştürmemiz gerekirdi. Peki, bu konuda kendimizle yüzleşmeye hazır mıyız gerçekten?
Unutmayalım: Biz de çocuk ve genç olduk ve söz konusu kaotik tornadan biz de geçtik. Toplum mühendisliğinin ürünleri olarak milli iradeden ne anladığımız ve milli iradenin neresinde olduğumuz da sorgulanmaya muhtaçtır. Temel bilimlerle ilgili araştırma merkezi, fakülte ve bölümlerin aşama aşama nasıl içinin boşaltıldığını, istihdam olanaklarının nasıl yok edildiğini, atama bekleyen öğretmen adaylarının bunalımdan bunalıma nasıl sürüklendiğini ve hatta intihar edenlerin olduğunu, Diyanetten Milli Eğitime ve oradan üniversitelere nasıl kadro transferi yapıldığının farkında olmamız gerekmektedir.
Son söz yerine: “Ama umudu var büyük insanlığın/ Umutsuz yaşanmıyor/ Umutsuz yaşanmıyor.”(Nâzım Hikmet). Çocuklarımızı ve umutlarımızı büyük insanlık için büyütelim derim!
- Nobel bilim ödülleri ışığında Türkiye'ye bakmak 20 Ekim 2016 00:29
- Kısacık ömürlere neler sığdırılırmış neler! (2) 06 Ekim 2016 00:07
- Kısacık ömürlere neler sığdırılırmış neler! 22 Eylül 2016 00:52
- Bu kaos ve kabus ortamında barış olası mı? 25 Ağustos 2016 00:32
- Kentlerimiz ve demokrasimiz 11 Ağustos 2016 01:00
- Darbe girişimi, normalleşme ve demokrasi 28 Temmuz 2016 00:51
- Su uyur, Milli Eğitim Bakanlığı uyumaz 14 Temmuz 2016 01:00
- Ne yazmalı ve ne yapmalı? 30 Haziran 2016 00:52
- Militarist ve gerici eğitimle nereye? 16 Haziran 2016 00:52
- Paranın padişahlığı ve güçlünün hukuku 02 Haziran 2016 01:00
- Bilim karşıtlığı, yozlaşma ve faşizm 19 Mayıs 2016 00:52
- Yüzleşemediğimiz için yozlaşıyoruz! 05 Mayıs 2016 01:00