Egemenlerin yüz yıllık kabusu gerçek oldu!
Fotoğraf: Envato
Til Ebyad’ın IŞİD’den kurtarılmasıyla Suriye’de, IŞİD’e bugüne kadarki en ağır darbe vurulmuş oldu. Çünkü böylece; IŞİD’in gerek “yabancı savaşçıları” Suriye’ye ve Irak’a geçirme kapısı gerekse “insani” ve illegal askeri vb. destek aldığı Türkiye ile (hatta dünya ile) bağlantısı kesildi. Bu, IŞİD’in 500-600 kilometrelik bir hat boyunca, kuzeyinden kendisine karşı savaşan güçlerle çevrilmiş olması demektir.
Ve öte yandan Türkiye sınırındaki Kobanê ve Cizîre Kantonları arasındaki stratejik bölgede IŞİD işgaline son verilerek, Irak-Türkiye-Suriye sınırının kesiştiği (Dicle’nin Irak topraklarına girdiği) noktadan Akçakale’ye, Fırat’ın Suriye topraklarına girdiği noktaya kadar, Türkiye’nin 500-600 kilometrelik sınırı boyunca Batı Kürdistan toprakları birbirine bağlanmış oldu. Ve şimdi Türkiye sınırında birkaç günden beri, IŞİD bayrakları yerine YPG’nin bayrağı dalgalanıyor.
Bu tablo, elbette IŞİD için çok kötü bir tablodur ama Türkiye’nin egemenleri ve onların asker ve sivil güçleri için yüz yıllık kabuslarının gerçek olmasıdır!
Çünkü bugüne kadar kurulmuş bütün Türkiye Cumhuriyeti Hükümetlerinin ajandasında açıkça da gizlenmiş bir biçimde herhangi bir Kürt devletiyle komşu olmamak vardır.
Kürtler, Türkiye’nin egemenleri için hep korkulan bir güç olmuştur. Bu yüzden de bırakalım Türkiye’yi, komşu bir ülkede kurulacak her tür (özerk, federal ya da bağımsız) Kürt devleti, egemenler tarafından “milli güvenlik tehdidi” olarak algılanmıştır.
Nitekim Til Ebyad’ın IŞİD’den kurtarılmasını da Davutoğlu Hükümeti, “Milli bir tehdit olarak” görerek, son Bakanlar Kurulunu, Genelkurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı ve Jandarma Genel Komutanı’nı da katarak yapmıştır.
Urfa Valisi bu Hükümet refleksini, sınırda “savaş hali” var sayarak, kendisine “Sınırı geçen IŞİD militanlarının ne olduğunu” soran, Gazetemizin Muhabiri Hasan Akbaş’ın da içinde olduğu dört gazeteciyi gözaltına aldırarak göstermiştir.
Nitekim daha Til Ebyad’ın düşmesinden çok önce Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçimden sonra kamuoyuna yönelik ilk konuşmasında, onca “üzüntüsü” arasında bile, Til Ebyad’a yönelik YPG ve ÖSO kuşatmasını eleştirerek, işi “ABD’nin bölgede Arap ve Türkmenleri kovarak yerine Kürtleri yerleştirdiğini” iddia etmeye kadar vardırmıştır. Erdoğan’dan işaret aldığından beri “yandaş basın” ile Aydınlık ve Sözcü gibi gazeteler de PYD güçlerinin, ABD’nin de planları doğrultusunda bölgede etnik temizlik (“Türkmen ve Arap tehciri”) yaptığını, bölgenin demografisini değiştirdiğini iddia eden bir kara propagandaya hız vermiş bulunmaktadırlar.
IŞİD’in aylardır Türkiye sınırında bayrak dalgalandırmasından hiç de rahatsız olmayan Türkiye’nin asker ve sivil yüksek makamları ve yandaş basın, sınırda IŞİD bayrağının indirilip PYD bayraklarının göndere çekilmesinden çok rahatsız olmuşlardır.
Peki, PYD’nin Arap ve Türkmenleri sürgün edip yerine Kürtleri yerleştirdiğine dair bir kanıt var mıdır?
Hayır! Henüz böyle bir kanıtı kimse göstermemektedir. Ama, her halde bizimkiler, “Böyle bir fırsat yakalasak biz Türkler dışındaki herkesi sürer, mallarına mülklerine el koyardık” diye düşündüklerinden “Kürtler de mutlaka böyle yapar!” diye düşünmektedirler.
Ama Rojava’daki üç kantonun nüfus bileşenine bakıldığında ve bu kantonlarda herhangi bir nüfus değişimi yapılmadığı dikkate alındığında ve dahası PYD’nin bölgede kurmaya çalıştığı düzenin arkasındaki felsefe dikkate alındığında; PYD ve Kürt güçlerinin bölgedeki diğer etnik köken ve her dinsel inançtan halkları “süreceğine” dair bir işaret yoktur. Tersine bu güçler, varlıklarını ve kurmak istedikleri düzenin meşruiyetini “çok kimliklilik” üstüne oturtmaktadırlar. Bu yüzden de şu ya da bu halkı bölgeden sürmek, onların yerine Kürtleri yerleştirmek PYD’den beklenir bir şey değildir. Eğer PYD aksine hareket ederse, kendilerinin çok da acısını çektiği milliyetçilik çizgisine savrulmuş olur. Bu da kendi meşruiyetine, kendilerine verilen uluslararası desteğe sırt dönerek, kendi ayaklarına kurşun sıkmak olur.
“Türkiye’nin Kabusu”na gelince; sadece “kabus” olsa, “Hayırdır inşallah” denilip, kan ter içinde de olsa uyanılırdı! Ama Türkiye’nin güneyinde artık fiilen bir Kürt devleti oluşmuş olması, Türkiye’nin Kürtlerinin statüsünün belirlenmesine aciliyet kazındırırken bu statünün “Nasıl bir demokratik özerklik olacağı”nın belirlenmesine kadar sorunun çözümünü sıcak siyaset gündeminin yukarılarına çekmiştir.
Herhalde “koalisyon” kurmaya hazırlanan partilerin kucaklarında bulacakları ilk bomba da bu olacaktır.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00