24 Haziran 2015 00:52

Güzellikle elde edemediğimizi bırakalım: Saraydan kız kaçırma

Güzellikle elde edemediğimizi bırakalım: Saraydan kız kaçırma

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bütün olanaksızlıklara karşın yaz aylarında da çeşitli festivaller ve turnelerle hizmete devam eden Devlet Opera ve Balesi, bu kapsamda “6. Uluslararası İstanbul Opera Festivali’ni de gerçekleştirdi.  
Festivalde, Mersin Devlet Opera ve Balesi sanatçıları Charles Gounod’un “Romeo ile Jüliet”ini İstanbul’da ilk kez sahnelerken, artık bir başyapıt sayılan Mozart’ın “Saraydan Kız Kaçırma”sı, yanı sıra Okan Demiriş’in “Yusuf ile Züleyha” operası da İstanbul Devlet Opera ve Balesi yapımı olarak festival izleyicilerinin beğenisine sunuldu. Diğer taraftan “Gala Konser” çerçevesinde İstanbul Devlet Opera Orkestrası eşliğinde üstün performanslarıyla Türk ve yabancı solistlerin ortaklaşa yorumladıkları opera repertuvarının seçkin eserleri dinleyicisine başarıyla ulaştı.  

YEKTA KARA’NIN REJİSİ
“Saraydan Kız Kaçırma”yı bu kere de Yekta Kara sahneye koymuş. Her daim yenilikten yana olan Kara, eseri modernize etmemiş, ama sahneleme mekanı olarak “Müze-i Hümayun”u, yani İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin bahçesini seçmiş. Çinili Köşk’ü de kullanmış. 
Yekta Kara, “Singspiel” diye tanımlanan hafif Alman operası sınıfından “Saraydan Kız Kaçırma”yı, günümüzün sorunlarıyla örtüşen masalımsı bir öykü olarak yorumlamış. Doğu-Batı fark ve farklılığını kurcalarken, kadın sorununu da öne çıkarmış; hareme sokulmak istenilen, iki erkek arasında sıkışıp kalmış Constanze’den yola çıkarak Türk kadınının, haremdeki kadının, hatta İspanyol kadınının o dönemlerdeki özgürlülüğünü temel nokta olarak belirlemiş. Selim Paşa ile Osman arasındaki çatışmanın altınıysa bilerek ve de isteyerek kalın çizmiş. Çok kültürlülüğü ön plana çıkartan eserdeki olumlu karakter Selim Paşa’yı almış merkeze yerleştirmiş. Selim Paşa karakterinin, dahi besteci tarafından sadece bir konuşma rolü olarak bırakılmış olmasını kendince sorgulamış, dolayısıyla Selim Paşa’ya farklı bir yorum getirirken, bir anlamda konuyu Selim Paşa ve diğerleri olarak ele almış. 

KİM BU SELİM PAŞA
Uygar, toleranslı ve hoşgörülü bir Paşa Selim Paşa!
Veee bu Paşa’nın karşısında Belmonte ile diğerleri… 
Diğerleri, Selim Paşa’yı aldatıyor, arkasından bin bir türlü iş çeviriyor, oysa Selim Paşa hepsine güvenmiş, Belmonte’yi saraya almış, Pedrillo’ya iş vermiş, hanımlara sahip çıkmış. 
Bu arada, ne yapalım ki Constanze’ye aşık olmuş, aşık olmuş olmasına da ona elini bile sürmemiş. 
Sadece bir “aşık” Selim Paşa. 
Aşkına karşılık bekliyor, hepsi o kadar.  
Ya Constanze? 
Costanze, Selim Paşa’yı seviyor, ama sonunda bırakıp gidecek, çünkü haremdeki kadınlardan biri olarak özgürlüğünü yitirmek istemiyor.  

RUH BAHÇIVANI YEKTA KARA
Eserin bir yerinde: “Güzellikle elde edemediklerimizi bırakalım gitsinler daha iyi” diyor Selim Paşa. Bu bakış açısı, kadın-erkek ilişkisinin nasıl olması gerektiği olarak yorumlanmış Yekta Kara tarafından. 
Mizansen anlayışında da aydınlıkçı, yenilikçi bir karakter olarak önde Selim Paşa. 
Geleneklere sıkı sıkıya bağlı, kendi iktidarını kurmaya çalışan, dış dünyayla ilişkisi bulunmayan Osman karakteriyle simgelenen eski-yeni çatışması arasından ana tema olan hoşgörü ve bağışlayıcılığı öne çıkarmayı başarmış Yekta Kara.  

YARATICI KADRO
İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin doğal çevre dekoruna Ferhat Karakaya’nın katacağı fazla bir şey yokmuş ve zaten olmamış. Karakaya, iki yuvarlak podyum ve iki kocaman yastıkla işi kotarmış. 
Şanda Zıpçı ise, fevkalade zevkli çizimleri olan 16. yüzyıl Osmanlı kostümleri kullanmış. (Osmanlı’da 16. yüzyılda kadınlar topuklu bot giyer miydi, bir kere daha sormuyorum. Şanda Zapçı ile neden takışayım? “Demek ki giyermiş” deyip geçiyorum). Zıpçı’nın kostümleri alkışlanmalık diyeceğim, başka da bir şey demeyeceğim. 
Metin Koçtürk, eserin bütününü tablo tablo düşünerek; oyun içindeki oyuncuların mizansenlerini, duruşlarını saptamış, en ideal ışık tasarım tekniğini de uygulamış, gel gelelim, keşke kimi tablolarda takip ışığı kullansaymış!       
   
SESLER
Bu yılın başından bu yana İstanbul’da çalışan İtalyan Şef Marco Morrone yönetimindeki İstanbul Devlet Opera ve Balesi Korosu’nun esere en az hatayla katkı sağladığını söyleyebilirim. Bulgar Şef Zdravko Lazarov yönetimindeki İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrası’nın, uvertürde büyük davul, ziller ve trianglın zayıflıkları dışında eseri tümüyle başarıyla icra ettiğini vurgulayabilirim. 
Soprano Eylem Duru’yu (özellikle “Ach, ich liebte, war so glücklich” ile lied biçimindeki Durch Zaertlichkeit und Schmeicheln” aryalarında) içtenlikle alkışladım. 
Soprano Nazlı Deniz Boran’a yepyeni umutlar bağladım.   
Pedrillo’da Tenor Cenk Bıyık’a Osman ile eğlenceli düeti “Vivat Bacchus! Bacchus lebe!”yi dört kulak dinlerken, Belmonte’de Tenor Erdem Erdoğan’ı (Özellikle duygularını ifade ettiği “Wenn der Freude Thraenen fliessen” aryasında) yüreğime yasladım.  
Osman’da Bas Tuncay Kurtoğlu’ya (Özellikle orkestranın ritmik eşliğinde söylediği “O! Wie will ich triumphieren” aryasında), ama diğer tüm aryalarında bayıldım. 
Cahit Şaher’in Konuşan Rol Selim Paşa’ya fiziksel olarak can verişinde yakaladığı başarıyı özel olarak alkışladım.
Şunu da söylemem gerekiyor ki, Yekta Kara solistlerini birer tiyatro sanatçılarıymışçasına yönetmiş. Sopranolar, tenorlar ve bas gövde-ruh arasında en küçük bir uyumsuzluğa yer vermiyor. İç aksiyonlarıyla hareketleri sürekli uyum içinde.
İtiraf edeyim: Pek hoşlandım. 

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa