Birkaç gün önce Akşam gazetesinde yayımlanan “Prof. Dr. CEO dönemi başlıyor” başlıklı haber üniversiteleri ticarileştirme sürecinin geldiği aşamayı görebilmemiz bakımından ibret verici. Habere göre; Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı üniversitelerin sanayinin ihtiyaçları doğrultusunda çalışmasını sağlamak için yeni bir proje hazırlığında. Buna göre “Doçentlik atamasında bilimsel yayınlar dışında şirket kurmak, patent sahibi olmak ve sanayi ile ortak proje yürütmek gibi kriterlere bakılacak. Profesörlüğe atamada da bu alanda çalışanlara öncelik verilecek.” Haberde ayrıca bu alanda çalışan akademisyenlerin teşvik priminden yararlandırılarak daha fazla maaş alacağı ve sanayideki yüksek lisans ve doktoralı personelin bundan böyle üniversitelerde ders vereceği de ifade ediliyor.

İlk bakışta “yok artık” desek de; bu haberde geçen tüm düzenlemelerin TOBB tarafından geçen sene yayınlanan “Üniversite ve Sanayi İşbirliğinde Sanayi Kesiminin Beklentileri ve Sorunları” başlıklı raporda doğrudan yer aldığının altını çizmek lazım. Bu da, Bakanlığın en azından haberde geçen düzenlemeleri kapsayacak böylesi bir hazırlık içinde olduğu ihtimalini güçlendiriyor.

En azından diyoruz, çünkü TOBB raporunda yer alan beklentiler haberde geçen düzenlemelerle sınırlı değil. 

Örneğin TOBB, doktora ya da profesörlük dereceleri öncesinde sanayide belirli bir süre çalışma ‘koşulu’ getirilmesini de öneriyor. Ya da sanayi iş birliği çerçevesinde proje yapmış olmanın ek puan değeri olmasını. Öğretim üyelerinin sanayi iş birliği çerçevesinde yapmış oldukları çalışmanın ‘akademik yükselme kriteri’ sayılmasını, dahası bunun bir akademik yükselme “şartı” haline getirilmesini savunuyor (s.16, 17).

Patronların üniversitelerden bir diğer beklentisi ise sanayi sektöründe çalışanlara yüksek lisans ve doktora yapmaları için özel ilgi gösterilmesi. Ayrıca bu kişilerin tez konularının çalıştıkları sanayi şirketinin problemlerine yönelik olmasına özen gösterilmesi gerektiği vurgulanıyor (s.16).

“Sanayicinin ve sektörün ihtiyaçlarını karşılayacak yeterli öğretim üyesinin bulunamaması”ndan yakınan patronlar, AR-GE merkezlerinde çalışan doktoralı personelin üniversitelerde ders vermesi gerektiğini savunuyor (s. 17). Bununla beraber kamu üniversitelerinin idari yapılarında sanayi kesimi ve meslek örgütü yöneticilerinin de söz sahibi olmasını istiyor (s. 16).

Ayrıca patronlar, öğretim üyelerinin iş birliğine konu olan problemleri sadece akademik açıdan ele almalarından da şikayetçi. “Projede öngörülen çıktılar oluşmadan, öğretim üyesinin kendi bilimsel beklentileri karşılığında projeden ayrılması ya da projeyi başkasına devretmesi engellenmelidir” diyorlar (s. 18).

Sanayi ile iş birliği yapan üniversitelere devletin daha fazla kadro vermesi, mevzuatta yapılacak düzenlemelerle öğretim üyelerinin akademik izin yıllarını sanayi AR-GE birimlerinde geçirmelerinin sağlanması gibi beklentileri de var (s. 16, 18).  

Burada yazılanlar raporda geçen öneri ve beklentilerin sadece bir kısmı. Ve en az bunlar kadar çarpıcı daha niceleri var. 

Patronların bu beklentilerinin ne ölçüde gerçekleşeceğine dair kesin bir şey söyleyebilmek elbette mümkün değil. Ancak ortaya koyabildikleri beklenti düzeyi bile akademik yaşamdaki deformasyonun aslında fark edebildiğimizin çok daha ötesinde olduğunu göstermeye yetiyor. Bugüne kadar tedricen ancak kararlılıkla sürdürülerek bu aşamaya ulaşan politikaların bundan sonrakilerin de “teminatı” olduğunu düşünecek olursak söylenebilecek tek bir şey var: Diren üniversite!

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Metal tokat

Metal tokat

Renault işçileri, yaşadıkları sorunlar karşısında patronların yanında duran şube yönetimine karşı harekete geçti: Delege sayısının 3 katı aday çıktı, seçimlere katılım rekoru kırıldı, şubenin belirlediği adaylar geride kaldı. 200 bin metal işçisini ilgilendiren MESS grup sözleşmesi öncesi Metal Fırtına’nın amiral gemisi Renault’da yapılan seçimler sendikal bürokrasiye tokat oldu.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
12 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et