Diren üniversite! -2
Geçen hafta bu köşede, 2014 yılında TOBB tarafından yayınlanan rapordan alıntılar yaparak, üniversite- sanayi iş birliği politikalarının patronlarda yarattığı beklenti düzeyine yer vermiştik. Kamu üniversitelerini şirket AR-GE’sine dönüştüren politikaların doğrudan sonucu olan bu beklentiler, üniversitelerde ticarileşmenin düzeyi kadar bunun niteliğini anlayabilmemiz bakımından da oldukça açıklayıcı.
Rapordan hareketle görüyoruz ki, ne patronların muradı ne de gündemdeki politikalar bir kamusal hak olan eğitim hakkını kâr amaçlı bir sektör haline dönüştürmekle ya da öğrencileri “müşteri”, akademisyenleri ise “işletme maliyeti” haline getirmekle sınırlı değil. Bundan çok daha fazlası var.
Üniversiteler adım adım; kariyer planlamadan performans yönetimine, iş tanımından ücret ve ek kazançlara kadar sermayenin yönetim stratejisini bütünlüklü olarak uygulayabileceği bir “doğal” alana dönüşüyor.
Bunun üniversite emekçileri üzerindeki ki doğrudan etkisi güvencesizleştirme biçiminde olurken, üniversitelerin ve akademik faaliyetin toplumcu niteliği her geçen gün daha fazla aşınıyor.
Bilimsel faaliyetin piyasa denetimine açılması; bilimsel araştırmanın alanını ve niteliğini piyasa ihtiyaçlarıyla sınırlandırıyor. Ticari kara sağlanan katkı bir “akademik” değerlendirme ölçütü halini alırken, başlıca önceliği “Sanayicinin rekabet gücünü artırmak” haline gelen üniversiteler bundan böyle “girişimcilik” endeksindeki yerlerine göre sıralanmaya başlıyor.
Bu durum, akademisyenler açısından olduğu kadar sürdürülen üniversite programları ve eğitim müfredatı açısından da ciddi bir güvencesizleştirme sorunu. Çünkü gerek mali gerekse insan gücü kaynaklarının sanayi ile iş birliği içinde tahsis edildiği bir ortamda, ticari getirisi yeterince yüksek olmayan bölüm ve programlar kapanma riskiyle yüz yüze geliyor. Yani sürdürülen iş birliği politikaları aslında “maliyet” hanesine yazılacak akademisyenlerin hangi bölümlerden seçileceği konusunda da belirleyici.
Dolayısıyla YÖK sisteminin üniversiteler ve akademisyenler üzerinde kurduğu siyasal baskının en az siyasi erk kadar sermayeden de bağımsız olmadığının bir kez daha altını çizmek ve kapitalizmin bilgi üretimi üzerindeki hakimiyeti sonlandırılmadıkça gerçek anlamda bir bilimsel özgürlükten söz edilemeyeceğini de bir kez daha vurgulamak gerekiyor.
Evrensel'i Takip Et